Yazan: Asya Demirkol
Düzenleyen: Ümit Sözbilir
Seslendiren: Ebru Yaman
Özet: Gelişen teknolojimiz ile beraber bir yandan hızla yükseliyor diğer yandan ise gezegenimizi yok ediyoruz. Durum böyle olunca, uzaya yayılmak ve insan ırkının devamını sağlamak tek seçenekmiş gibi gözüküyor. Yeni evimiz için en uygun olan gezegen ise şu an için sadece Mars.
Bildiğiniz üzere son yıllarda dünya gündemini oldukça meşgul eden bazı başlıklar mevcut: “İnsanlığın başka gezegenlere gidip kümeleşmesi ve gök adalara yayılması” ise bu başlıklardan en ilginç olanı.
Kabul etmek her ne kadar zor olsa da gezegenimiz tükeniyor. Doğal kaynakların bitmesi, küresel ısınma ve savaşlar dünyayı yavaşça yok ediyor. Ancak insanlık için de aynı sonun gelmesine gerek yok. Evet, belki burada doğduk ancak burada ölmek zorunda değiliz. Galaksimizin dışında bilim insanlarının yaşanılabilir olduğunu düşündüğü yaklaşık bir milyar kadar gezegen var. Bunların büyük çoğunluğu bizden çok uzak olsa da Güneş Sistemimizde yaşanılabilir bir hale getirilebilecek olan kızıl bir gezegen mevcut: Mars.
Neden Mars’ın Yaşanılabilir Olduğunu Düşünüyoruz?
Bildiğiniz üzere Güneş Sistemimizde 8 tane gezegen var: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Satürn, Jüpiter, Uranüs ve Neptün. Ancak bu gezegenlerin hepsi aynı kümeye girmezler. Çünkü gezegenler yapıları itibarı ile ikiye ayrılır. Merkür, Venüs, Dünya ve Mars iç gezegenler olarak sınıflandırılır. Bu gezegenlerin ayak basacak sert bir zeminleri vardır (kısmen Dünya’ya benzerler). Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün ise dış gezegen olarak adlandırılır. Bunlar devasa gaz küreleridir. Haliyle ayak basacak sert bir yüzeyleri yoktur. Bu nedenle dış gezegenleri insanoğlunun ikinci yuvası olma şerefinden mahrum bırakmak zorunda kalıyoruz ve elimizde Merkür, Venüs ve Mars kalıyor.
Merkür’e baktığımızda, yüzeyinin kalay ve kurşun gibi metalleri eritebilecek kadar sıcak olduğunu görüyoruz. Venüs’e baktığımızdaysa, gezegenin yüzeyine asit yağdığını, atmosferdeki gazların Güneş ışınlarını tuttuğu için en sıcak gezegen olduğunu ve yanardağlarla çevrelendiğini görüp “Düşman başına!” diyerek geriye kalan tek seçeneğimize odaklanıyoruz: Mars.
Mars Hakkında Her Şey
Mars’a odaklanmamızın tek nedeni elbette diğer gezegenlerin elenmesi değil. Mars bazı bakımlardan Dünya ile oldukça benzeşiyor. Bir Mars günü hemen hemen bir Dünya günü uzunluğunda, sıcaklık Dünya’ya göre çok düşük değil ve havanın bileşimi Dünyadakiyle bazı benzerlikler taşıyor. Öyleyse bu kızıl gezegeni daha yakından tanıyalım, kemerleri bağlayın!
Mars, Güneş’ten uzaklık bakımından dördüncü sırada yer alan katı haldeki son gezegen. Adını Roma savaş tanrılarından alan Mars, Kızıl Gezegen olarak da adlandırılıyor çünkü toprağının içindeki demir oksitlenerek pas haline gelip gezegene kırmızı bir görüntü veriyor. Atmosferinde ise %95 oranında karbondioksit, %3 oranında azot, %2 oranında argon ve %1’den daha az bir oranda oksijen bulunmakta.
Mars, Güneş Sistemimizdeki ikinci en küçük gezegen, yani Dünya’nın yaklaşık olarak %53’ü kadar. Kütle çekim kuvveti ise Dünya’nınkinin %37’si. Yani Dünya’da bir metre zıplamak için harcadığımız enerjiyle Mars’ta üç metre zıplayabiliriz, kulağa eğlenceli geliyor.
Ancak Mars hakkında her şey kütle çekimi oranı gibi eğlenceli değil. Çünkü bu Kırmızı Gezegen, Güneş sistemindeki en büyük kum fırtınalarına sahip. Öyle ki bu fırtınalar aylarca sürebiliyor ve Mars’ta görev yapan robotlara da zorluklar çıkartıyor.
Genel olarak Mars’a baktığımızda yanardağları ile meşhur olduğunu görüyoruz. Mars’ta aralarında Güneş Sistemindeki en büyük yanardağ olan Olympus Mons’un da bulunduğu birkaç yanardağ var. İrlanda büyüklüğünde bir alanı kaplayan bu yanardağın yüksekliği Everest Dağı’nın üç katı kadar. Bilim adamları Olympus Mons’un en son 25 milyon yıl önce lav püskürttüğünü düşünüyor.
Mars aynı zamanda NASA, ESA ve SpaceX gibi uzay şirketlerinin de gözde gezegeni. Kızıl Gezegene şimdiye kadar farklı görevler için fırlatılmış uzay araçlarının sayısı 40’tan fazla, ancak bunlardan yalnız 18 görev başarıyla tamamlanabildi. İlk başarılı görevi 1964 yılında NASA tarafından fırlatılan Mariner-4 uzay aracı tarafından gerçekleşmiştir. 7 yıl sonra, yani 1971 yılında, Mars 2 ve Mars 3 uzay araçları gezegenin yüzeyine indikten kısa bir süre sonra irtibatları kesilmiştir. Sonraki yıllarda Viking 1, Viking 2, Mars Global Surveyor, Mars Pathfinder, Opportunity ve Phoenix görevleri başarıyla tamamlanmıştır. Mars keşiflerinin son halkasını oluşturan uzay aracı ise 5 Ağustos 2012’de başarılı bir şekilde Mars yüzeyine inen Curiosity.
Mars İnsanlığın İkinci Yuvası Olabilir mi?
Şimdi gelelim yazımızın asıl konusuna: Mars’ta insanlığın uzun süreli bir hayat kurma şansı var mı? Bu soruya cevap vermek aslında biraz zor. Çünkü uzay, tıpkı son sayfası koparılmış bir dedektif romanı gibi: gizemlerle dolu ve bir dakika sonra ne olacağını kestirmek imkânsız. Yine de bilim insanlarımızın yaptığı çalışmalar bu yöndeki çabaların boşuna olmadığını gösteriyor.
Mars’a gitmenin maliyeti ne kadar olacak ve Mars’a ne kadar sürede gidilecek?
Öncelikle belirtmem gerekir ki, uzay alanındaki tüm çalışmaların neredeyse hepsi oldukça pahalı çalışmalar. Son zamanlarda her ne kadar SpaceX gibi şirketler tekrar kullanılabilir roketler ile birlikte maliyeti düşürse de ortada başka bir gezegene gitmek söz konusu olduğu için bu iş epeyce cebimizi yoracak. Mars’a gidecek olan uzay aracı, belli sayıdaki ekibi taşıyacağı gibi aynı zamanda orada bir hayat kurmaya yarayacak makineleri, yazıcıları ve pek çok tankları da beraberinde götürmek durumunda.
Ancak maliyeti en aza indirgemek için çalışmalar yapılacak. Mesela dört veya altı kişiden oluşacak ekibi Mars’a taşıyacak uzay aracının yakıt tasarrufu için çok hafif olması gerekiyor. Bu da en temel malzemelerin götürülmesi anlamına geliyor. En temel malzeme ise 3B yazıcılar. Bu cihazlarla yapı malzemeleri hatta gıda gibi pek çok şeyin yazdırılması planlanıyor. 26 ayda bir ise Dünya’dan gıda ve ilaç takviyesi yapılacak. Tüm bunlar hesaba katıldığında Mars’a sadece gidiş 6 milyar dolar olacak. Teknik sorunlar hariç personelin hayatta tutulması için ise en az 200 milyar dolar harcanması gerekecek.
Mars’a gidiş ise 6 ay sürecek. Dönüş için kesin bir tarih yok! Yani ekip Mars’ın yerlisi olacakmış gibi gözüküyor.
Mars’ta oksijen sorunu nasıl halledilecek?
Geldik en önemli sorunlardan bir tanesine: Hava. Bilindiği üzere insan yaşamı için ilk şart havanın olması. Bir insanın havadan aldığı günlük oksijen miktarının ortalama 570 litre olduğunu düşünürsek, Mars’ta ilk halletmemiz gereken şey havayı sağlamak olacak.
Bilim adamları ilk başta bu sorunu yanlarında oksijen götürerek kısa vadede çözmeyi planlıyor. Ancak dediğim gibi kısa vadede… Bizim işimize yarayacak olan asıl çözümü ise MOXIE adı verilen makine halledecek. “Mars’ta Nasıl Yaşanır?” adlı kitabın yazarı Stephen Petranek Mars’taki oksijen sorunu ve MOXIE hakkında şöyle diyor:
“Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün birkaç yıl önce geliştirdiği bir makine MOXIE. Kendi kendini yenileyen bir yakıt hücresi. Mars’ın %95’i karbondioksit. Bu karbondioksitten karbon atomunu alırsanız geriye saf oksijen kalır. MOXIE’nin yapabileceği şey bu. Mars atmosferinde karbondioksit görüp nasıl nefes alacağınızı düşünürseniz, %72’si oksijen bu havanın. Karbon molekülü sadece %28’ini oluşturuyor. 2020’de Mars’a ikinci nesil Curiosity keşif aracını göndereceğiz. Ön köşesinde MOXIE’yi taşıyacak bir kutu var. Onu Mars ortamında test yapmak için gönderiyoruz. Sonuçta bir kişiyi sonsuza kadar hayatta tutabilecek oksijeni üretebiliyor olmalıyız. Bu küçük test makinesi 100 katı büyüklükte yapılabilecek şekilde tasarlandı. Birkaç yıl içinde Mars’a büyük bir MOXIE makinesi göndereceğiz. Depolama tankları olacak. Oraya inecek ve makineyi çalıştırdığımızda oksijen üretmeye başlayacak. Tankları sıvı oksijenle dolduracak. Bu oksijeni ise iki şekilde kullanabileceğiz: Oraya gelenlerin nefes almaları için ve roket yakıtlarındaki bileşimleri elde etmek için.”
Mars’ta su sorunu nasıl çözülecek?
Havadan sonraki en ama en önemli problemimiz su olacak. “Olur mu canım, Mars’ta su var ya!” diyenleri duyar gibiyim. Evet, sadece Mars’ın kuzey kutbunda Grönland buzullarının üçte biri kadar su var. Ancak buna güney kutbunu ve yer altındaki buz tabakasını ekleyince rahatlıkla Grönland’ın toplam buzul kapasitesini buluyoruz. Ama önemli olan bu suyun kullanılabilirliği. Koloni kurmaktan bahsettiğimiz için aynı zamanda bu uzun vadede bir çözüm olmalı.
Neyse ki Mars atmosferinden su çıkarabilecek makinelerimiz var. Evet, yanlış duymadınız! Bu makineye WAVAR deniyor. WAVAR 15 yıl önce icat edilen bir makine. Bir ucunda pervane ve zeolit adlı bir mineral kitlesi var. Zeolit Dünya’da ve Mars’ta bolca bulunan bir mineral çeşidi. WAVAR Mars atmosferini emiyor ve atmosferdeki bileşenler de zeolitten geçiriliyor. Zeolit Mars atmosferinden su buharını alarak suyla doluyor. Sonra da zeolit sıkılıp su elde ediliyor.
Her ne kadar cazip bir yöntem olsa da makinelere bu konuda bel bağlamak bir çözüm oluşturmuyor. Bu nedenle bilim insanları hala kalıcı bir su kaynağı bulmaya çalışıyor.
Mars’ta insanlar ne yiyecek?
Açıkçası belirtmem gerekir ki bu sorunun cevabına yönelik henüz elle tutulur bir çözüm yok. Şu an için sadece varsayımlar ve bu varsayımlara göre oluşturulmuş planlar mevcut. Emekli astronot James F. Reilly, insanların Mars’ta ne yiyeceğini şöyle anlatıyor:
“4 kişilik küçük bir ekibin bile 3 yıl boyunca yiyeceği bütün besinleri Dünya’dan getiremeyiz. Buna ek olarak hazır gıdalar yerine taze meyve-sebze ile beslenmenin çok daha sağlıklı olacağını biliyoruz. Dolayısıyla Mars’ta kurulan seralarda turfanda meyve-sebze yetiştireceğiz. Ancak Mars’ta yetiştireceğimiz bitkileri sadece beslenme amacıyla değil kimyasal madde ve ilaç kaynağı olarak da kullanacağız. Örneğin, Mars’ta ozon tabakası olmadığı için morötesi ışınlardan korunmamız gerek. Bunun için de yüksek UV koruma faktörlü güneş kremleri kullanacağız. Hızlı tüketim malzemesi olarak güneş kremini de Mars’ta üretmek zorundayız. Özellikle de Mars’taki seraların bol ışık alması gerektiği için seralarda çalışan insanların sürekli yer altında veya kapalı kapsüllerde yaşaması mümkün olmayacak. Bu güvenli seçenek yerine, seraları kontrol etmek ve Mars’ı keşfetmek için sık sık yüzeye çıkmak zorunda kalacaklar. Bu da güneş kremi ihtiyacını artıracak ve ihtiyacı karşılamak amacıyla ilaç üretiminde kullanılan bitkiler yetiştireceğiz. Her şeyi yetiştirmeniz gerekecek. Aloe Vera (tıbbi sarısabır)ve diğer bitkiler Mars yüzeyindeki kalıcı bahçenizin ayrılmaz bir parçası olacak.”
Mars’ta nasıl sebze yetiştirilecek?
Marslı filmini izleyenler bilir, filmin kahramanı Mark Watney Mars’ta kendi imkanlarıyla su yapmış ve bir sera ortamı kurarak patates yetiştirmeye başlamıştı. “E biz de öyle yapsak ya!” demeyin, çünkü zaten yapıyoruz.
Uzayda sebze yetiştirmeyi merak eden bilim insanları geçen yıl Uluslararası Uzay İstasyonu’nda (ISS) sebze yetiştirmeyi denediler. NASA’nın uzayda çiftçilik projesinin adı ise VEGGIE.
Uzay ve Mars’ta sebze yetiştirmek, ağırlıksız ortamda veya düşük kütle çekiminde bitki yetiştirmenin zorluklarına katlanmak anlamına geliyor. Aynı zamanda bitkilerin yapay ışıkta (uzay gemisi ışıkları) ve loş Mars ışığında yetiştirmek de ayrı bir sorun. ISS işte bu konuda işe yarıyor. Astronotlar istasyonda düzenli olarak kırmızı marul yetiştirebilirse yüksek radyasyon alan Mars toprağında da bitki yetiştirmeyi öğrenmiş olacaklar.
NASA VEGGIE proje lideri Gioia Massa bu durumu şöyle açıklamış:
“Astronotların gayet güzel bir diyeti var, uzay istasyonunda çok çeşitli besinler tüketiyorlar ama taze sebze bulmaları zor oluyor. Bu işin en zor yanı uzayda büyümeye uygun bitkileri seçmek ve bunlara doğal ışık sağlamak.”
Eh, işte böyle. Her soruna kalıcı bir çözüm bulduğumuzu söyleyemeyiz ancak uğraşıyoruz ve geç de olsa o Mars’a gidilecek gibi gözüküyor. Ne diyelim, bir Mark Watney değiliz ama bizde de Marslı olma potansiyeli var gibi sanki.
Bilimle kalın!
KAYNAKÇA