Çevre BilimleriÖzgün İçerik

Sürdürülebilirlik Mümkün mü?

Yazan: Mehmet Haşim Çevik

Düzenleyen: Ümit Sözbilir

Özet: Var olan sosyal sorunlara, doğanın sınırları ve ekonomik gerçekler ile uyumlu bir şekilde hem gezegenimiz hem de gelecek nesilleri tehlikeye atmadan uygun çözümlerin sunulması, sanayi devriminden beri süregelen ve doğaya zarar veren sosyoekonomik sistemin kademeli bir şekilde geride bırakılması ile yani sürdürülebilirliğe geçiş ile sağlanacaktır.

Giriş

İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan yeni siyasi ve ekonomik düzenle beraber devletlerin büyük bir kısmı düzenli olarak büyümeye başladı. Soğuk savaşın da etkisiyle modernleşme, hayat standartlarının iyileştirilmesi, artan bilimsel ve teknolojik yatırımlarla beraber dünya ekonomisi tarihte görülmemiş bir şekilde büyüdü. Doğal kaynakların, fosil yakıtların ve insan gücünün kullanılmasından gücünü alan bu ekonomik büyüme kısa sürede ekolojik bir yıkıma sebep olmaya başladı. Sanayi devrimden beri belli başlı ülkeler ekonomik atılımlar ile gelişmeye başlamış, İkinci Dünya Savaşından sonra bu eğilim artarak devam etmiştir. Hâlihazırda çevreye zarar vermeye başlayan bu ülkelerin yanlarına, ikinci bir gelişme dalgasıyla hızla büyüyen yeni ülkeler dâhil olmuştur1. Fosil yakıt, plastik, kimyasal ürünler gibi modern dünyanın temellerinin üzerine kurulduğu sayısız yenilik (innovation), hayat standartlarını iyileştirirken çevresel bir tahribata yol açmaya başlamıştır. Her ne kadar bu yeniliklerin çevreye, biyoçeşitliliğe ve insan hayatına zararları olduğu bazı bilim insanları tarafından anlatılsa da toplumun, politika yapıcılarının ve bu yeniliklerden kâr eden şirketlerin ikna olması kolay olmadı.

Sürdürülebilirlik
Görsel 1: 1870-2015 yılları arasında toplam küresel ekonomik büyümeyi gösteren grafik. Bu grafikten de anlaşılacağı üzere İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel ekonomi katlanarak büyümeye başlamıştır.

Örneğin Amerikalı deniz biyoloğu ve dünya çevre hareketlerin ilk ve en önemli figürlerinden biri olan Rachel Carson böcek ilacı olarak bildiğimiz DDT’nin (dikloro difenil trikloroetan) gıda, toprak, su, atmosfer ve biyoçeşitlilik üzerindeki korkutucu etkilerini detaylı ve bilimsel bir yöntemle yazdığı Sessiz Bahar (Silent Spring) adlı kitabını 1961 yılında yayımladı. Carson bu kitabı yayımladıktan sonra böcek zehri üreticileri, kimya şirketleri ve bazı siyasi gruplar tarafından şiddetli bir şekilde eleştirildi. Carson’ın radikal fikirler savunduğu, bilimsel olmayan iddialar ortaya attığı ve sıtma hastalığından dolayı insanların ölmesine sebep olması gibi çeşitli yönlerden gelen tepkilere rağmen Carson günümüze kadar gelen çevre hareketlerinin ve tartışmalarının ilk adımlarının atılmasına yol açtı. Hem siyasi hareketlenmeler hem de artan bilimsel araştırmalar karşı konulamaz bir şekilde insanlığın kalkınmasının, ekonomik büyüme ve sanayileşmesinin yararlarının yanı sıra çevreye çok büyük zararlar verdiği konusunda yavaş yavaş ikna olmaya başladı.

Görsel 2: Rachel Carson’ın yayımladığı Sessiz Bahar kitabı ile böcek ilacı üreticilerinde yarattığı rahatsızlığı anlatan 1962 yılına ait John M. Lee imzalı New York Times makalesi.

Daha önceki yayınlarımızda da değindiğimiz BM’nin düzenlediği Dünya Zirveleri, iklim değişikliği ve çevre konferansları bu sorunu daha üst düzeylerde ele almaya başladı. 1987 yılında BM Çevre ve Kalkınma Ajansı tarafından “Ortak Geleceğimiz” (Our Common Future) adlı bir rapor yayımladı [1]. Adını Çevre ve Kalkınma Ajansının o dönemdeki başkanı ve eski Norveç Başbakanı Gro Bruntdland’dan alan ve Brundtland Raporu olarak da bilinen Ortak Geleceğimiz raporu sürdürülebilir kalkınma için stratejiler geliştirme ve küresel bir ajanda oluşturmayı amaçladı. Aynı raporda ilk kez ve en yaygın olarak bilenen kapsamlı bir sürdürülebilir kalkınma tanımı yapıldı. İlerleyen süreçlerde, her ne kadar tatmin edici olmasa da oldukça fazla sayıda çalışma yapıldı, inisiyatif başlatıldı ve politikalar belirlendi.

Bu yazı iklim değişikliği, çevresel tahribat ve enerji çerçevesinden gezegenimizi yaşanmaz bir durumun eşiğine getiren sosyoekonomik sistemden sürdürülebilir bir hayat tarzına geçişin ne anlama geldiğini açıklamayı amaçlamaktadır.

Kavramsal Karmaşa

Sürdürülebilir, sürdürülebilir kalkınma ve sürdürülebilirliğe geçiş; çevre, iklim ve enerji alanlarında çalışmalar yürütenlerin oldukça aşina olduğu ve çoğu zaman birbirilerinin yerine kullanılan kavramlardır fakat her kavram ortaklıklar barındırsa da birbirlerinden farklı anlamlara sahiptir.

Sürdürülebilir kavramı çevre ve kalkınma çağrışımlarını yapmaktadır. Fakat iş, eğitim, aile bağı vb. insan hayatında yer edinen diğer etkenleri betimlemek için de kullanılabilir. Örneğin, bir iş yerinin kendini döndürebilecek ve kâr edebilecek durumda olmasını sürdürülebilir bir iş veya derse ve okula ilgi duymayan bir öğrencinin eğitimi için sürdürülebilir olmayan bir eğitim gibi tanımlar yapılabilir. Ayrıca genel olarak bilinen kalkınma kavramını da nitelemek için kullanılmaktadır. Sürdürülebilir olmak; daimî olmak, devam edebilme, sürdürme olanağına veya yeteneğine sahip olmak demektir. Sürdürülebilir kalkınma ise her ne kadar kalkınma hedeflerine tutarlı bir şekilde erişme ve kırılgan olmayan bir ekonomik büyüme anlamlarını içerse de günümüzde bir kavram olarak sürdürülebilir kalkınma farklı şekilde tanımlanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma tanımı en geniş ve kabul edilen şekli ile 1987 yılında Brundtland Raporu’nda yapıldı. Bu rapora göre sürdürülebilir kalkınma “gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermeden bugünün ihtiyaçlarını karşılamak” [1] demektir. Bu tanım ekonomik olarak büyüyüp daha iyi yaşam şartlarını sağlarken çevreye zarar vermemeyi, yenilenebilir doğal kaynakları kullanmayı ve daha sorumlu bir tüketmeyi gerektirmektedir.

Sürdürülebilirliğe geçiş ise toplumu sosyoekonomik olarak tamamen dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Sürdürülebilirliğe geçiş, toplumun yalnızca çevreyi dikkate alarak var olan sistemi ve yaşam şeklini devam ettirmesi yerine; çevre ve doğa ile iç içe ve uyum hâlinde, kendine yeten, doğa ve gezegenimizin sınırları içinde refah ve kalkınmayı sağlayan yeni bir sistem kurmayı öngörmektedir. Kısaca, sürdürülebilirliğe geçiş, “çağdaş modern toplumların karşı karşıya olduğu bir dizi inatçı soruna yanıt olarak sürdürülebilir bir topluma doğru köklü bir dönüşüm” [2] demektir.

Neden Sürdürülebilirliğe Geçilmek İsteniyor?

Bugün insanlığın iklim krizinden, yoksulluğa, su ve enerji krizlerinden, çevresel felaketlere kadar karşı karşıya kaldığı sorunlar sistemik olup küresel ölçektedirler. Bu sorunların çözümleri, kısa erimli olmayıp, çok farklı yüzleri bulunan ve insan hayatının çeşitli boyutlarına değinen karmaşık ilişkiler sayesinden ortaya çıkarılabilir. Ayrıca eğer bu sorunlara çözümler üretilemezse insanlık ve gezegenimizdeki türlerin önemli kısmı bir var olma sorunu ile yüzleşmek zorunda kalabilir.

Sürdürülebilirlik alanında çalışmalar yürüten Paul Krutzen tarafından ileri sürülen ve günümüzde artık önemli ölçüde kabul görmeye başlayan bir görüşe göre de gezegenimiz yeni bir ekolojik çağa girmiştir: İnsan Çağı (Anthropocene) [3].  Bu görüş, artık Dünya’nın atmosferi, okyanusları, toprak kullanımı ve biyolojik çeşitliliği gibi son derece doğal oluşumlar üzerinde şüphe götürmez bir şekilde insan etkisinin arttığı ve bunların bozulmasında artık bir numaralı sebep olduğunu iddia etmektedir. Bu yüzden sanayi devrimi ile iyice hızlanan insanların zararlı etkilerinden ve baskılarından doğayı ve çevreyi korumak gerektiği ileri sürülmektedir.  Buradan hareketler insan eliyle verilen zararın, gene doğal ve çevresel sınırlar içerisinde hem insan hem de diğer canlıların ortak iyiliği için çözümler üretilmesi gerektiği fikri ortaya çıkmıştır. Bu çözümlerin, ilk paragrafta değindiğimiz gibi, çok yönlü ve çok karmaşık olması nedeniyle artık sistemik bir dönüşümün gerektiği vurgulanarak hem yok olma tehlikesinin ortadan kaldırılacağı hem de bir daha bu denli zararın verilememesi ve gezegenin geleceğinin de teminat altına alınması amacıyla sürdürülebilirliğe geçişin sağlanması gerekmektedir.

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, 2015 yılında BM çatısı altında üye ülkelerin daha barışçıl, çevreci, doğa dostu, insani gelişimi ve refahı önceleyen bir dünya inşa etmek için 2030 yılına kadar ulaşılması öngörülen 17 başlık altında toplanan hedeflerdir. Anılan 17 başlık, dünya genelinde yoksulluğu yok etmekten, cinsiyet eşitliğini sağlamaya kadar kapsayıcı ve oldukça iddialı hedefler içermektedir. Bu hedeflere ulaşmak için BM bütün üye ülkeleri iş birliğine çağırmış ve yapılması gereken eylemleri de detaylandırmıştır [4].

Görsel 3. 2015 yılında BM üye ülkeleri tarafından gezegenimizi ve insanları korumak ve barış ve refah içinde bir yaşam kurmak için ortak bir plan olarak hazırlanan sürdürülebilir kalkınma hedeleri.

Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini tek tek inceleyip açıklamak bu yazının kapsamı dışındadır. Fakat Görsel-3’ten de anlaşılacağı üzere 17 hedef de birbiri ile ilişkili ve büyük kısmı çevre, iklim ve enerji ile doğrudan ilintilidir. Bu yüzden sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmak, sürdürülebilirliğe geçiş için elzemdir. Doğal sınırlar içerisinde kalkınmayı ve sistem inşa etmeyi hedefleyen sürdürülebilirliğe geçiş çabaları iklim eylemi, karasal yaşam, suda yaşam, erişilebilir ve temiz enerji, temiz su ve sorumlu üretim ve tüketim gibi temel hedefler ile doğrudan örtüşmektedir. Temiz enerji ve iklim eylemi karşı karşıya kaldığımız iklim krizi ile mücadelenin ana sacayaklarıdırlar. Doğal sınırlar içinde kalmak, biyoçeşitliliği korumak, diğer canlı türlerini korumak ve yaşamlarına müdahale etmemeyi gerektirir. Sorumlu üretim ve tüketim hem diğer türleri yok etmeden hem de temiz su kaynakları gibi doğal kaynakları kirletmeden insani ihtiyaçların giderilmesini temel alır. En temel insani ihtiyaçlardan temiz ve sıhhi su tüketebilmek de öncelikle temiz su kaynaklarının kirletilmemesi ve iklim değişikliği ile mücadele çerçevesinde var olan su kaynaklarının korunmasını sağlayarak mümkün olabilir. Yalnızca bunlar dikkate alındığında tam anlamıyla gelecek nesillerin refah içinde yaşayabilecekleri fırsata engel olmadan, dünyanın ve doğanın kendini yenileyebilecek kapasitelerini yok etmeden sürdürülebilir bir yaşam inşa edilebilir.

Sürdürülebilir Kalkınma İndeksi

İnsani gelişimin, kalkınmanın yalnızca ekonomik değişkenlerle ölçülmesinin yanlış ve yetersiz bir değerlendirme olduğu karşı karşıya kalınan inatçı küresel sorunlarla zamanla daha net bir şekilde anlaşıldı. Bu temelden yola çıkılarak oluşturulan Sürdürülebilir Kalkınma İndeksi ülkelerin kalkınmışlık seviyelerini ölçerken sosyal adalete, çevreye ve ekonomik bölüşüme dikkat etmektedir [5]. Böylelikle sadece ekonomik olarak büyüyen, zengin bir ülkenin iklim değişikliğine katkıları, ekonomik ve sosyal adalet durumunu göz önünde bulundurarak çoğunlukla oldukça modern, zengin ve kalkınmış olduğu varsayılan ülkelerin aslında oldukça büyük sorunlara neden olduklarını ve böylece sürdürülebilir kalkınmadıkları sonucuna varılmaktadır. Kalkınmanın doğal sınırlılıklar içerinde olması gerektiği böylece sürdürülebilir olabileceğinin altı çizilmektedir.

Aşağıdaki tabloda Sürdürülebilir Kalkınma İndeksinden karışık sıralamalar verilmektedir. Tabloda çarpıcı olan dünyanın en zengin ve çoğunlukla modern ve kalkınmış oldukları varsayılan ülkelerin sürdürülebilir kalkınmadıkları, çevreye verdikleri zararlar ile günümüzde yeterli olsalar bile hem kendi vatandaşlarının hem de diğer ülkelerin gelecek tehlikeye attıkları açıkça görülmektedir. Öte yandan, kalkınırken daha az sera gazı salımına neden olan ülkeler ise üst sıralarda bulunmaktadırlar.

SıralamaÜlke Adıİndeks PuanıKişi Başı CO2 salımı (ton)
1Kosta Rika0,8502,46
11Kerala (Hindistan)0,8032,84
121Çin0,4616,87
140Almanya0,35110,13
160ABD0,16319,01
Tablo 1: Sürdürülebilir Kalkınma İndeksinde Kosta Rika, Kerala, Çin, Almanya ve ABD’nin sıralamasını gösterilmektedir. Kalkınırken daha az CO2 salımlarına neden olan ülkelerin indeks puanı yüksek iken gelişmesini tamamlamış ülkelerin CO2 salımları daha yüksek olması nedeniyle alt sıralarda yer almalarına neden olmuştur.

Sonuç

Sanayi atılımları, hayat standartlarının iyileştirilmesi ve ekonomik büyüme doğal kaynakların kullanımı ile yapılmaktadır. Bu kaynakların kullanımı her ne kadar daha iyi yaşam standartlarına erişim hedeflerine yardımcı olsa da çevresel sorunlara ve doğanın tahribatına da yol açmaktadır. Bu durum birkaç neslin daha iyi şartlarda yaşamasını sağlasa da daha sonra gelecek olan nesilleri bu kaynaklardan yoksun bırakmanın yanı sıra onları daha kötü yaşam şartlarına zorlamaktadır.

Bu sorunun aşılması için BM nezdinde sürdürülebilir kalkınma hedefleri ortaya atılmıştır. Bu hedefler dünya barışından cinsiyet eşitliğine kadar çok kapsamlı olsa da bu yazıda yalnızca enerji ve iklim değişikliği kısımlarına değinilmiştir. Bu hedefler ile uyumlu olarak giderek artan sosyoekonomik sorunlar, çevresel tahribat ve iklim değişikliğinin baskılarıyla içinde yaşadığımız sosyoekonomik sistemin dönüştürülmesi gerektiği, bunun da sürdürülebilirliğe geçiş ile sağlanacağı genel kabul gören bir kanıdır.


1 İkinci Dünya Savaşından sonra, özellikle 1960’lardan itibaren, Dört Asya Kaplanı (Four Asian Tigers) olarak bilinen Singapur, Tayvan, Güney Kore ve Hong Kong gibi ülkelerin yanı sıra Yeni Sanayileşen Ülkeler (Newly Industrialized Countries) olarak bilinen Çin, Brezilya, Güney Afrika, Meksika, Hindistan ve Endonezya gibi ülkeler de hızlı kalkınma ve sanayi hamleleri yaparak gene fosil yakıtlara bağımlı bir ekonomik büyüme eğilimine girdiler.

Kaynak
[1] Waas, T., Huge, J., Verbruggen, A., & Wright, T. (2011). Sustainable Development: A Bird’s Eye View. Sustainability, 3(10), 1637–1661. [2] Grin, J., Rotmans, J., & Schot, J. (2010). Transitions to Sustainable Development. [3] Mancebo, F., & Sachs, I. (2016). Transitions to Sustainability. Springer.[4] United Nations. (2015). The 17 Sustainable Development Goals. United Nations. [5] Sustainable Development Index. (N.D.). Sustainable Development Index.

Haşim Çevik

Enerji Politikası Yüksek Lisansı ve Uluslararası İlişkiler Lisans mezunu, ODTÜ Bilim ve Teknoloji Politikası Yüksek Lisans öğrencisi. Okur-yazar
Başa dön tuşu