Antibiyotik Dost mu Düşman mı?
Yazar: Arda Kahraman
Düzenleyen: Ümit Sözbilir & Çisem Özge Biçer
Özet: Antibiyotik direnci modern toplumların ve geleceğin en büyük sorunlarından birisidir. İlaca erişimin kolaylaşmasıyla peynir ekmek gibi tüketilen antibiyotikler, güçlü ve yenilmesi zor bakteriler yaratmaktadır. 2050 yılına gelindiğinde tahminlere göre yılda 10 milyon kişi işe yaramayan antibiyotiklerden dolayı hayatını kaybedecektir. Bu gibi sorunların tamamen çözülmese bile bu sorunların etkisini azaltmak için antibiyotik kullanımı sadece ve sadece doktorun reçete etmesiyle uygun görülen dozda ve sürede kullanılmalıdır.
Hayatında hiç doktora gitmemiş insan yoktur herhâlde. Küçük rahatsızlıklardan dolayı gittiğimiz doktor randevularının kimi hastalar için vazgeçilmez bir öğesi vardır: Antibiyotik. Kimisinin onsuz yapamadığı, kimisinin “yazdırmak için” kapıyı çerçeveyi yıktığı, sağlık çalışanlarına şiddet uyguladığı o muazzam iksir olan antibiyotikten bahsedeceğiz.
Antibiyotiğin keşfi söylentiye göre bir rastlantı eseri olmuş. Alexander Fleming isimli bir bilim insanı laboratuvarda Staphylococcus cinsi bakterilerle ilgili çalışmalar yaparken Staphylococcus cinsine ait bakterilerin üreme alanının nokta halinde kesintilere uğradığını fark ediyor. Bu bölgeyi yalıtıp inceledikten sonra bu bölgede Penicillum notatum’un nadir bir suşunu1 görüyor. Ardından da bu Penicillium notatum isimli mantar her ne salgılıyorsa bakterilerin üremesini engelliyor çıkarımını yapıyor. Bu salgılanan madde de bugün bilinen adıyla penisilindir. Bu keşif döneminde o kadar ses getiriyor ki 1945’te Fleming bu keşifle bir Nobel ödülü alıyor. Fakat bizim bu su gibi tüketilen, üretimi kolay olan penisilinimizin bir de kötü bir yanı var: Bakteriler bu antibiyotiğe karşı kolaylıkla direnç geliştirebiliyor. Yazımızın konusu da aslında bu noktada başlıyor. Sorularımız: “Antibiyotik direnci nasıl gelişiyor?” ve “Bakterilerin bu direnci kazanması insanlığı nasıl etkiliyor veya etkileyecek?”.
Anlatmaya başlamadan önce buraya Alexander Fleming’in Nobel konuşmasından da bir kesit eklemek istiyorum izninizle:
“Laboratuvarda mikroplara onları öldürmeye yeterli olmayan düzeylerde penisilin vererek onları dirençli kılmak hiç de zor değil ve buna benzer bir durum bazen vücutta da oluyor. Penisilinin sokakta herhangi bir marketten alınabileceği günler gelecek. O zaman bilinçsiz insanlar mikropları öldürmeye yetersiz dozda penisilin kullanarak mikropları dirençli hâle getirip tehlike yaratacaklar.”
Sir Alexander Fleming, Nobel konuşmasının aslından çevirisi [1].
Görünen o ki penisilinin bilinçsiz kullanımıyla başımıza daha büyük sıkıntılar gelebileceğini penisilini keşfeden bilim insanı da öngörmüş. CDC (Centers for Disease Control and Prevention, Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi) verilerine göre Amerika Birleşik Devletleri’nde yılda yaklaşık 2,8 milyon hasta antibiyotiğe dirençli mikroorganizmalara bağlı hastalıktan dolayı hastanelere başvuruyor ve sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde 2019 yılında yaklaşık 35.000 insan antibiyotiğe dirençli mikroorganizmaların sebep olduğu hastalıklar sonucunda hayatını kaybetmiş [2]. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 700.000 kişinin antibiyotiğe dirençli mikroorganizmalardan dolayı hayatını kaybettiği tahmin ediliyor [3]. USP (United States Pharmacopeia, Amerikan Farmakopesi)’nin tahminlerine göre ise 2050 yılına gelindiğinde dünya genelinde her yıl 10 milyon kişi antibiyotiğe dirençli mikroorganizmaların sebep olduğu hastalıklar yüzünden hayatını kaybedecek [4].
Antibiyotikler temel olarak iki işleve sahip. Bir kısmı mikroorganizmaların doğrudan ölmesine sebep olurken bir kısmı da üremesini engelliyor.
Antibiyotik direnci birkaç mekanizmayla oluşabiliyor ama karşılaşılan mekanizmalardan biri şu şekilde gerçekleşiyor: Hastalık yapan bakteriyi öldürmek için antibiyotiği veriyoruz. Bu antibiyotik hastalık yapan bakteriyle beraber vücutta hâlihazırda bulunan yararlı bakterileri de öldürüyor. Doğal şartlarda bakteriler arasında da çeşitlilik olduğu için yapısı gereği (geçirdiği mutasyonlar, zarında bulanan kanalların yapısı, zar geçirgenliği, yatay geçiş denilen bakteriler arası plazmit aktarımı, bakterinin söz konusu antibiyotiğe karşıt işlev gören enzimlerinin miktarıyla vs.) bu ilaca karşı dirençli olan bakteriler hayatta kalıyor. Diğer bakterilerle yarış hâlindeyken besine ulaşamayan bu bakteri grubu, meydan onlara kaldığı için hızla gelişmeye ve üremeye yani o bölgeyi işgal etmeye başlıyor [5]. İşgalci bakteri türü hastalıklara yol açabiliyor ve önceki antibiyotiği verdiğiniz zaman ona etki etmeyeceği için dirençli bakteriler sebebiyle olan hastalığın tedavisinde önceden kullanılan antibiyotikle tedaviyi etkisiz kılıyor. Bilinçsiz antibiyotik kullanımı sonucunda böyle bakterilerin direnç kazanmasına fırsat yarattığımız için de karşımıza hastalık yapan güçlü ve dirençli bakteriler çıkıyor. Hâliyle tedavi de bir o kadar zorlaşıyor.
Antibiyotik kullanımı sonrasında başka bir problem ise fırsatçı patojenler. Vücudumuzun belirli bölümlerinde yaşayan mikroorganizmaların vücut direncimiz düştüğü zaman hastalık oluşturmasına fırsatçı enfeksiyon denir. Fırsatçı enfeksiyonlara sebep olan mikroorganizmalara da fırsatçı patojen denir. Bu tür fırsatçı patojenler bizim vücut direncimiz düştüğü zaman vücudumuzun başka bölümlerine yayılma fırsatı bulabiliyor ve yeni işgal ettiği bölgelerde vücudumuza zarar vermeye başlayıp hastalıkların gelişimine sebebiyet verebiliyor. Ayrıca olduğu ortamda baskın tür hâline geçip yine farklı hastalıklara davetiye çıkarabiliyor. Fırsatçı patojenlerin bize zarar verebilecek konuma gelmesinde etkili olan faktörlerden biri de bilinçsiz antibiyotik kullanımıdır.
Bazı bakteriler vücudun kendi bağışıklık sistemiyle saf dışı bırakılabilir. Ancak bu süreçte eğer bakterinin antijenik yapısı2 vücudun farklı bir hücre tipinin antijenik yapısına benziyorsa vücudumuz ayrım yapma konusunda sorun yaşayıp kendi bağışıklık hücreleriyle kendisine saldırabilir. Bu durumun sonucunda uzun vadede kronik hastalıklara sebebiyet verebilir. Bu hastalıklara postenfeksiyöz hastalıklar denir. Bunun önüne geçmek için de doktorlar antibiyotik reçete ederek bu hastalıkların gelişme riskini en aza indirmeye çalışırlar.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi antijenik yapı benzerliği post enfeksiyöz hastalıkların gelişmesinde büyük rol oynuyor. Bağışıklık sistemimizin çalışma prensibine göre vücudumuza bir mikroorganizma girdiğinde ilk başta bu organizmaya genel bir bağışıklık yanıtı veriliyor. Ardından bağışıklık sistemimiz bu mikroorganizmaya özgü antikorlar sentezlemeye başlar. Ardından bu mikroorganizmanın bir dahaki girişlerinde vücudumuz bu mikroorganizmayı tanıdığı için antikor seviyesi hızlıca yükselir. Bu antikorlar o mikroorganizmanın antijenik yapısına özgü üretiliyor (o mikroorganizmanın hücre duvarı yapısına, salgıladığı proteinlerin moleküler yapısına vs.). Ancak bazen mikroorganizmalar için üretilen antikorların hedefindeki antijenik yapı vücudumuzdaki bazı hücre gruplarının da antijenik yapısına çok benzer olabiliyor. Bu gibi durumlarda antikorlarımız hedef şaşırıp bizim vücut hücrelerimize saldırabiliyor.
Bir özet geçersek: Antibiyotik kullanım kararı keyfî olarak değil doktor tarafından yapılan kâr-zarar hesabına göre alınmalıdır. Çünkü dirençli mikroorganizma sorunu sadece kişisel bir problem değil bir toplum sağlığı problemidir. Dirençli mikroorganizmalar yalnızca bulaşmış olduğu insanda kalmayıp kan, idrar, dışkı, vücut salgıları aracılığıyla ve solunum, temas gibi yollarla toplumun diğer bireylerine de bulaşarak bu bireyleri de enfekte etmektedir. Böylece çok güçlü ve elimizdeki antibiyotiklerin çok büyük bir kısmının işe yaramayacağı mikroorganizma türleri artmaktadır.
Türkiye, WHO’nun 2018’de yayımladığı araştırmaya göre en çok antibiyotik kullanan ülkeler arasında yer alıyor [6]. Dolayısıyla bu sorunlarla gelecekte en fazla mücadele etmek zorunda kalacak ülkelerden birisi de Türkiye. Peki şu an ne yapabiliriz?
Antibiyotik direncine karşı savaşta yapabileceğimiz en doğru hamle kuşkusuz toplum olarak bilgilenmektir. Biz sağlık sektöründen birisi olmasak bile antibiyotik kullanma kararını sadece doktorların verebileceğini ve onlar söylemeden antibiyotik kullanmanın çok ciddi zararları olabileceğini yakınlarımıza uygun bir dille anlatmalıyız. İleride karşılaşabileceğimiz tehlikeleri, elimizdeki ilaçların etkisiz kalmasından dolayı kaybedilecek canları anlatabildiğimiz kadar anlatmalıyız ki ülkemizin bu konudaki gerçekten sıkıntılı tablosuna son verelim.
Doktorlar tarafından reçete edilmedikçe, eş dost tavsiyesi üzerine antibiyotik kullanmayalım ve antibiyotikleri reçete edilen miktarda, uygun görülen sürede kullanalım.
[1] Suş: Bir mikroorganizmanın genetik varyantına veya alt tipine denir. (Kaynak: Vikipedi)
[2] Antijen, vücuda girdiğinde organizmanın bağışıklık sistemi tarafından tanınmasına ve antikor üretmesine yol açan yabancı moleküllerdir. Bir şeyin antijen olmasında o maddenin sahip olduğu karbonhidrat, protein, lipit gibi maddelerin miktarı, dağılımı, bağlanma şekli vs. etkili olur. Maddenin kendine özgü antijen yapısına ise antijenik yapı denir.