Benlik Kavramı
Yazan: Saul McLeod
Çeviren-Derleyen: Elif Kanber
Düzenleyen: Nergiz Kaşka
Özet: Benlik kavramı, kişinin kendi varlığını anlayış biçimidir. Gelişimi varoluşsal benlik ve kategorik benlik olmak üzere iki yönlüdür. Benlik kavramının üç bileşeni vardır: öz imge, öz saygı ve ideal benlik. Kişinin kendini tanımlama şekli, kendine verdiği değer ve ne olmak istediği bu bileşenleri oluşturur. Öz imgeyi ve öz saygıyı şekillendiren birçok psikolojik ve sosyal etmen vardır. Öz imge ve ideal benlik arasındaki uyumluluk durumu da bireyin öz saygısını/öz değerini etkiler.
Giriş
Benlik kavramı, birinin kendini nasıl düşündüğünü, değerlendirdiğini veya algıladığını ifade etmek için kullanılan genel bir terimdir. Kendinin farkında olmak, bizzat bir görüşe sahip olmaktır.
Baumeister (1999), benlik kavramı tanımını şu şekilde yapmaktadır: “Kişinin özellikleri ve kişinin kim ve ne olduğu da dâhil olmak üzere bireyin kendisi hakkındaki inancı.’’
Lewis’e Göre Benlik Kavramı
Benlik kavramı hem sosyal psikoloji hem de hümanistik psikoloji için önemli bir terimdir. Lewis (1990), bir benlik kavramının gelişiminin iki yönü olduğunu öne sürmektedir: varoluşsal benlik ve kategorik benlik.
Varoluşsal Benlik
Diğerlerinden ayrı ve farklı olma duygusu ve benliğin sürekliliğinin farkındalığı, benlik şemasının/benlik kavramının en temel parçasıdır (Bee, 1992). Çocuk, diğerlerinden ayrı bir varlık olarak var olduğunu ve zaman-mekân içinde var olmaya devam ettiğini fark eder. Lewis’e göre varoluşsal benlik bilinci, iki ile üç aylıkken oluşmaya başlar ve çocuğun dünyayla olan ilişkisine bağlı olarak kısmen ortaya çıkar. Örneğin, bir çocuk gülümsediğinde biri ona geri gülümser ya da çocuk cep telefonuna dokunduğunda telefonun hareket ettiğini görür.
Kategorik Benlik
Kendisinin ayrı bir deneyim olarak var olduğunu fark ettikten sonra çocuk, kendisinin de dünyadaki bir nesne olduğunun farkına varır.
İnsanlar da dâhil olmak üzere nesneler; boyut, renk, doku ve benzeri deneyimlenebilir özelliklere sahiptir. Böylece çocuk, kendisinin de -bu özelliklerle beraber- deneyimlenebilir bir nesne olduğunun farkındalığını geliştirir.
Kendisini de yaş, cinsiyet, büyüklük veya becerilerine göre kategoriye ayırabilir. Uygulanan ilk kategorilerden ikisi yaş ve cinsiyettir (“Ben 3 yaşındayım.’’, “Ben bir kızım.’’).
Erken çocukluk döneminde çocukların kendilerini ayırdıkları kategoriler çok somuttur (örneğin; saç rengi, boy ve ilgi duyulan şeyler). Daha sonrasında çocuk kendini tanımlarken psikolojik özellikleri, karşılaştırmalı değerlendirmeleri ve başkalarının onu nasıl gördüğünü de göz önünde bulundurmaya başlar.
Rogers’a Göre Benlik Kavramı
Rogers (1959), benlik kavramının üç bileşeni olduğuna inanıyor:
1. Kendiniz hakkında sahip olduğunuz görüş (öz imge)
2. Kendinize ne kadar değer verdiğiniz (öz saygı/öz değer)
3. Aslında ne olmak istediğiniz (ideal benlik)
Öz İmge
Öz imge, her zaman gerçeği yansıtmak durumunda değildir. Aslında zayıf olan anoreksiya nervoza1 olan biri, kendisinin şişman olduğuna inandığı bir öz imgeye sahip olabilir. Kişinin öz imgesi; ebeveyn tutumları, arkadaşlar, medya vb. gibi birçok etmen tarafından etkilenir.
Kuhn (1960), Yirmi Beyan Testi’ni [Twenty Statement Test (TST)] kullanarak öz imgeyi araştırdı. İnsanlardan ‘’Ben kimim?’’ sorusunu 20 farklı şekilde cevaplamalarını istedi. Cevapların iki ana gruba ayrılabileceğini buldu. Bunlar sosyal roller (evlat, öğretmen, arkadaş gibi dışsal ve objektif bakış açıları) ve kişisel özellikler (sosyal, sabırsız, komik gibi içsel veya duygusal bakış açıları) idi. “Ben kimim?’’ sorusuna verilen cevapların listesi aşağıdaki dört tür yanıttan her birine örnekler içermektedir:
1. Fiziksel Tanımlama
“Boyum uzun, mavi gözlerim var…’’
2. Sosyal Roller
Hepimiz bir dereceye kadar, oynadığımız rollerle davranışları şekillenen sosyal varlıklarız. Öğrenci, ev hanımı veya bir futbol takımı üyesi gibi roller yalnızca başkalarının bizi tanımasına yardımcı olmakla kalmaz aynı zamanda çeşitli durumlarda bizden ne beklendiğini bilmemize de yardımcı olur.
3. Kişisel Özellikler
“Ben düşüncesizim, ben cömert biriyim, endişelenmeye eğilimliyim vb.’’ Bunlar kendi tanımlarımızın üçüncü boyutudur.
4. Varoluşsal İfadeler
Bunlar ‘’Ben evrenin bir çocuğuyum.’’ gibi bir ifadeden ‘’Ben bir insanım.’’ veya ‘’Ben manevi bir varlığım.’’ gibi ifadelere kadar çeşitlilik gösterebilir.
Genellikle gençler kendilerini daha çok kişisel özelliklerle tanımlarken yaşlılar kendilerini daha çok sosyal rolleriyle tanımlanmış hissetmektedir.
Öz Saygı
Öz saygı/öz değer kendimizi ne kadar sevdiğimizi, kabul ettiğimizi, onayladığımızı ve kendimize ne kadar değer verdiğimizi ifade eder. Öz saygı, her zaman bir dereceye kadar değerlendirme içerir ve kendimiz hakkında olumlu veya olumsuz bir görüşe sahip olabiliriz.
Yüksek öz değer, kendimiz hakkında olumlu görüşe sahip olmamızdır. Yeteneklerimize güven, kendimizi kabul etme, başkalarının ne düşündüğü hakkında endişelenmeme, iyimserliğe eğilimli olma gibi olumlu görüşler yüksek öz değerin bizdeki yansımalarıdır.
Düşük öz değer, kendimiz hakkında olumsuz görüşe sahip olmamızdır. Kendimize güvensizlik, birilerinin istediği gibi olma/görünme isteği, başkalarının ne düşündüğü hakkında endişelenme, karamsarlığa eğilimli olma gibi olumsuz görüşler de düşük öz değerin dışavurumudur.
Öz saygıyı ölçmenin çeşitli yolları vardır. Örneğin Harrill Öz-Saygı Envanteri (Harrill Self-Esteem Inventory), bir dizi ilgi alanı hakkında 15 ifade içeren bir ankettir. Bir başka örnek, katılımcılara belirsiz bir resim taslağı verilen ve sonrasında orada neler olduğu konusunda bir hikâye tasarlanması istenilen Tematik Algı Testi’dir [Thematic Apperception Test (TAT)].
Morse ve Gergen (1970), belirsiz veya endişe uyandırıcı durumlarda benlik saygımızın hızla değişebileceğini göstermiştir. Yaptıkları bir deneyde, katılımcılar iş görüşmesi için bekleme odasında bekliyorlardı. Şu iki durumdan birine sahip farklı adaylarla (deneyin iş birlikçileri) oturdular:
A. Mr. Clean: Modern giyimli, içinde hesap cetveli ve kitaplar bulunan bir evrak çantası taşıyor.
B. Mr. Dirty: Eski bir tişört ve pantolon giyinmiş, elinde iş başvurusuyla alakasız bir kitap görünüyor.
Öz saygı azalıp çoğalabilse de aksine kanıtlar olmasına rağmen kendimiz hakkında iyi şeylere inanmaya devam ettiğimiz zamanlar da vardır. Bu “sürdürme etkisi’’ olarak bilinir.
Miller ve Ross (1975), sosyal olarak arzu edilen özelliklere sahip olduklarına inanan insanların, deneyciler onları tersine inandırmaya çalıştıklarında bile bu inanca devam ettiklerini gösterdi.
Düşük öz saygıya sahip olduğumuzda da aynı şey olur mu? Belki hayır, belki de oldukça düşük öz saygıyla, kendimizle ilgili inandığımız her şey kötü olabilir.
Argyle (2008), öz saygıyı etkileyen 4 ana faktör olduğunu ifade eder:
1. Başkalarının Tepkisi
Eğer insanlar bize hayranlık duyup gururumuzu okşarlarsa, dostluğumuzu ararlarsa, dikkatlice dinler ve bizimle hemfikir olurlarsa, olumlu bir öz imge geliştirmeye eğilim gösteririz. Eğer bizi görmezden gelip ihmal ederlerse ve kendimiz için duymak istemediğimiz şeyler söylerlerse olumsuz bir öz imge oluşturmaya başlarız.
2. Başkalarıyla Kıyaslama
Kendimizi karşılaştırdığımız insanlar (referans grubumuz) bizden daha başarılı, daha mutlu, daha zengin ve daha iyi görünümlü olurlarsa olumsuz öz imge oluşturma eğilimi gösteririz ancak eğer bizden başarısızlarsa öz imgemiz olumlu yönde etkilenecektir.
3. Sosyal Roller
Doktor, uçak pilotu ve televizyon sunucusu gibi bazı saygın sosyal roller öz saygımızı arttırır. Mahkûm, akıl hastanesi hastası, temizlik işçisi veya işsiz insanlar gibi diğer sosyal roller ise toplumsal bir damga taşır.
4. Özdeşleşme
Roller sadece “orada’’ değillerdir. Onlar ayrıca kişiliğimizin bir parçası olurlar. Yani bulunduğumuz pozisyonlar, oynadığımız roller ve ait olduğumuz gruplar ile özdeşleşiriz.
Ancak bunlar kadar önemli olan bir diğer etmen ise ebeveynlerimizin etkisidir. (Bkz. Coopersmith’in araştırması.)
İdeal Benlik
Kendinizi nasıl gördüğünüz (öz imgeniz) ve nasıl biri olmak istediğiniz (ideal benliğiniz) arasında bir uyumsuzluk varsa bu muhtemelen kendinize verdiğiniz değeri etkileyecektir. Dolayısıyla öz imge, ego ideali (benlik ideali) ve öz saygı arasında yakın bir ilişki vardır. Hümanist psikologlar bunu Q-Sort Metodu kullanarak incelerler.
Bir kişinin ideal benliği, gerçekte kişinin yaşamında ve deneyimlerinde olanlarla tutarlı olmayabilir. Yani kişinin ideal benliği ile gerçek deneyimi arasında fark bulunabilir. Buna “uyumsuzluk/uyuşmazlık’’ denir.
Bir kişinin ideal benliği ile gerçek deneyimi tutarlı veya çok benzer olduğunda kişi, uyumluluk durumuna gelir. Nadiren tam bir uyumluluk durumu olsa da tüm insanlar belirli bir miktarda uyumsuzluk yaşarlar. Uyumun gelişimi, koşulsuz olumlu bakışa bağlıdır. Rogers (1959), bir kişinin kendini gerçekleştirebilmesi2 için öz imge ve öz benliğinin uyumunu sağlamış durumda olması gerektiğini öne sürüyor.
Argyle (2008), uyumluluğun gelişimini etkileyen dört ana etmen olduğunu söylüyor:
1. Başkalarının (özellikle bizim için değerli kişilerin) bize verdikleri tepkiler,
2. Başkalarıyla kendimizi kıyaslandığımızda ne düşündüğümüz,
3. Sosyal rollerimiz,
4. Diğer insanlarla ne ölçüde özdeşleştiğimiz.
1 Genellikle genç kadınlarda kilo alma korkusu nedeniyle, uzun süreli yemek yemeyi reddetmeye bağlı olarak ortaya çıkan ve aşırı kilo kaybının eşlik ettiği ileri derecede iştahsızlık durumu. [İlaç ve Eczacılık Terimleri Sözlüğü, 2014]
2 Kendini gerçekleştirmek: Maslow (1943), ihtiyaçları belirli özelliklerine göre sıraya koymuştur ve bu sıralamayı ‘’İhtiyaçlar Hiyerarşisi Piramidi’’ ile ifade etmiştir. Kendini gerçekleştirme durumu, temelinde fiziksel ihtiyaçların bulunduğu ve yukarı çıkıldıkça ihtiyaçların sosyal/psikolojik nitelikler kazandığı piramidin en üstündedir. Bir insanın tüm potansiyelini gerçekleştirmesi yani olabileceği her şey olması kendini gerçekleştirmesidir. (Kaynak: Kleinman, P. (2020). PSİKO 101. Okyanus Yayınları. s. 138-140)