
Varlığı Bir Dert Yokluğu Yara Olan Meta’nın Evrimi: PARA
Yazan: Gaye Erdek
Düzenleyen: Ümit Sözbilir
Özet: Paranın evrimsel sürecini incelemek, insanlık tarihinin iktisadi, toplumsal ve teknolojik değişimlerini anlamak adına büyük önem içermektedir. Paranın yalnızca bir değişim aracı olmanın ötesinde, toplumsal ilişkileri şekillendiren, politik güç dengeleri oluşturmaya yarayan bir kavramdır. Bu içeriğimizde paranın ilkel formlarından günümüzün dijital dönüşümlerine uzanan gelişim hikâyesini inceleyeceğiz.
Giriş
Dünyadaki en zengin %1’lik kesimin, tüm küresel servetin yarısına sahip olduğunu duymak size garip geliyor olabilir. Bu veri, günümüz ekonomik düzeninde bu tür bir eşitsizliğin istisna değil, sistematik bir özellik hâline geldiğini göstermektedir. Çoğunuz, haftada 45 saat çalışarak belki de bir ömür boyu emeğinizin gerçek karşılığını alamadan yaşayacak; birkaç bavul kıyafetten başka maddi varlık edinmeden bu dünyadan göçüp gideceksiniz.
2022 yılında Oxfam Vakfı tarafından yayımlanan “Eşitsizlik Öldürür” başlıklı rapora göre COVID-19 pandemisi sırasında insanlığın %99’unun geliri azalırken en zengin 10 kişinin serveti iki katına çıkmıştır. Ayrıca 1995’ten bu yana, en zengin %1’lik kesim insanlığın en yoksul %50’sinden yaklaşık 20 kat daha fazla küresel servet biriktirmiştir [1].
Paranın yalnızca bir değiş tokuş aracı olmaktan çıkıp bu denli karmaşık bir finansal sistemler ağına dönüşmesinin ardında birçok neden yatmaktadır. Ancak paranın bu karmaşık evrimini ve günümüzdeki çok katmanlı işlevlerini anlayabilmek için önce onun doğuşuna ve ortak bir değer ölçüsüne dönüşüm sürecine bakmak gerekir.
1. Paranın Doğuşu: Takastan Ortak Değer Ölçüsüne Geçiş
Paranın ne olduğu sorusu iktisadi tarih içerisinde en temel tartışma alanlarından birini oluşturmaktadır. İktisatçılar, parayı mal ve hizmetler için nihai ödeme aracı olarak tanımlamaktadır. Bu tanım, paranın fiziksel biçimlerinin yanı sıra yazılı veya dijital formlarda da var olabileceğini kapsamaktadır. Paranın en eski biçimleri, mal ve hizmetlerin doğrudan taraflar arasında değiştirildiği takas sistemine dayanmaktadır. İktisadi gelişmenin erken dönemlerinde, çoğu toplumda sığır gibi hayvanların alınabilir ve satılabilir ticari mallar olarak kullanıldığı kaydedilmektedir. İhtiyaçlarını karşılamak amacıyla alım-satım yapan insanlar, bu nedenle takas ekonomisini tercih etmişlerdir. Takas ekonomisi içinde kullanılan ticari mallar “emtia para” olarak ifade edilmektedir. Emtia para, yalnızca değişim aracı olmanın ötesinde başka işlevlerde de kullanılabilmektedir. Örneğin, iktisadi tarihin erken dönemlerinde Roma askerlerinin maaşlarının bir kısmının tuz (Lat. sal) ile ödendiği bilinmektedir. İngilizcedeki salary kelimesinin kökeni de bu Latince kelimeye dayanmaktadır. Takas ekonomisinde her madde, alıcısı bulunduğu sürece takas edilebilmektedir [2].
Takas, yani “trampa” [3], bireylerin ihtiyaçlarını genellikle sınırlı bir çerçevede karşılayabildiği küçük topluluklarda yeterli olmakla birlikte, önemli sınırlamalara da sahip bulunmaktadır [4]. Bu sınırlamalardan biri, iktisatçı William Stanley Jevons tarafından 19. yüzyılda ortaya atılan “Çifte Tesadüfler Standardı”dır (Double Coincidence of Wants). Bu kavrama göre doğrudan takasın gerçekleşebilmesi için A kişisinin, B kişisinin malına ihtiyaç duyması ve aynı anda B kişisinin de A kişisinin malına ihtiyaç duyması gerekmektedir. Örneğin, deri işçiliği yapan bir kişinin buğdaya ihtiyacı varsa ve elindeki deri karşılığında buğday almak istiyorsa aynı zamanda buğdaya sahip olan kişinin de deriye ihtiyaç duyması beklenmektedir. Bu tür karşılıklı ihtiyaçların seyrek gerçekleşmesi, takas sistemini işlevsiz hâle getirmektedir. [3]
Takas sisteminin bir diğer sınırlılığı, malların değişim değerinin belirlenmesindeki zorluktur. Her bir malın diğer mallara oranla ne kadar değerli olduğunu hesaplamak karmaşık bir süreci gerektirmektedir. Örneğin; bir tavuk karşılığında kaç adet ekmek alınabileceği kesin biçimde belirlenememekteydi. Bu durum, işlemlerin standart bir değer ölçüsüne dayanmadan gerçekleştirilmesine yol açmakta ve hesap biriminin yokluğu (absence of a standard unit of account) şeklinde tanımlanmaktadır.
Takas sisteminin üçüncü önemli sınırlılığı, malların taşınabilirlik (lack of portability) ve dayanıklılık (lack of durability) açısından yetersizliğidir. Değişken fiziksel özelliklere sahip olan mallar kırılabilir, bozulabilir veya büyük hacimleri nedeniyle kolayca taşınamayabilir. Bu durum, söz konusu malları değişim aracı olarak kullanışsız hâle getirmektedir.
Takas sisteminin bir diğer önemli sınırlılığı ise bölünebilirlik eksikliğidir (lack of divisibility). Bazı malların daha küçük birimlere bölünememesi, bu malların takas aracı olarak kullanımını güçleştirmektedir. Örneğin, bir tavuğun bölünerek ekmekle değiştirilmesi çoğu durumda mümkün değildir. [5]
Trampa sisteminin son önemli sınırlılığı ise likidite eksikliği (lack of liquidity) ve genel kabul görme (general acceptability) sorunudur. Bazı malların takas için elverişsiz oluşu, bu malların taraflarca kabul edilmesini güçleştirmektedir. Bu tür yapısal eksiklikler, zamanla takas sisteminin terk edilmesine ve genel kabul gören bir değişim aracı olarak paranın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Paranın İşlevleri
İnsanların yerleşik düzene geçmeleriyle birlikte kıymet atfedilen madde ve malların taşınması, bölünmesi ve saklanması gibi zorluklar nedeniyle; doğada nadir bulunan ve elde edilmesi güç olan değerli maden külçeleri para olarak kullanılmaya başlanmıştır. Madeni paraların kullanıma girmesinden önce, takas sisteminin yetersizlikleri belirgin hâle gelmiştir. Bu noktada, söz konusu yetersizliklerin aynı zamanda paranın temel işlevlerini tanımlayan unsurlar olduğuna yeniden dikkat edilmesi gerekmektedir.
Takas sisteminin temel yetersizlikleri zamanla ortak bir değişim aracına duyulan ihtiyacı ortaya çıkarmış ve bu bağlamda para, söz konusu sorunlara çözüm getiren işlevleriyle öne çıkmıştır:
- Değişim aracı (medium of exchange): Takas sisteminin en belirgin sınırlılığı, çifte tesadüfler standardıdır. Yani iki tarafın da birbirinin malına aynı anda ihtiyaç duyması gerekmektedir. Bu durum, ticari işlemlerin gerçekleşmesini güçleştirmektedir. Paranın değişim aracı olma işlevi, bu soruna doğrudan çözüm getirmektedir. Herkes tarafından genel kabul gören bir değişim aracı olan para, taraflar arasında mal ve hizmet değişimini kolaylaştırmakta ve ticaretin sürekliliğini sağlamaktadır. Ayrıca paranın küçük birimlere bölünebilir oluşu, takas sisteminde karşılaşılan bölünebilirlik eksikliğini de ortadan kaldırmaktadır.
- Değer ölçüsü (unit of account): Takas sisteminde malların birbirine göre değerini belirlemek göreceli ve karmaşıktır. Örneğin, bir tavuğun kaç kilogram buğdaya denk geldiğini belirlemek her zaman kolay değildir. Para ise tüm malların değerini ortak ve standart bir birim üzerinden ölçmeye olanak tanıyarak, karşılaştırmayı ve hesaplamayı basitleştirmektedir.
- Değer saklama aracı (store of value): Takas mallarının taşınması ve uzun süre saklanması çoğu zaman zordur. Tarımsal ürünler gibi bozulabilir mallar, dış etkenler (yağmur, böcek, fare vb.) nedeniyle kolaylıkla zarar görebilmektedir. Bu durum, tasarruf amacıyla kullanılmalarını güçleştirmektedir. Paranın değer saklama işlevi, bireylerin ekonomik değeri zaman içinde korumasına olanak tanımakta ve gelecekte yapılacak alışverişler için güvenli bir araç sunmaktadır.
Takas sisteminin yapısal yetersizlikleri, bireyleri alım-satım işlemlerinde daha işlevsel ve yaygın kabul gören bir araca yani paraya yöneltmiştir. Klasik iktisat yaklaşımına eleştirel bir bakış getiren ve Avusturya İktisat Okulu’nun kurucusu olarak kabul edilen Carl Menger, “İktisatın Prensipleri” adlı eserinde paranın, piyasa içerisinde kendiliğinden gelişen doğal bir olgu olduğunu öne sürmektedir [6]. Paranın işlevleri olan değişim aracı, değer ölçüsü ve değer saklama aracı nitelikleri, takas sisteminde karşılaşılan temel aksaklıkları ortadan kaldırmıştır. Buna ek olarak, paranın dördüncü işlevi olan ertelenmiş ödemeler standardı (standard of deferred payment), maaş, borç ve kredi gibi geleceğe yönelik ödemelerin standart bir ölçü birimi üzerinden gerçekleştirilmesini mümkün kılmaktadır. Bu işlev, özellikle kredi piyasalarının gelişimini ve uzun vadeli ekonomik anlaşmaların yapılmasını desteklemektedir [7].
2. Ticarette Kullanılan İlk Paralar
İnsanlık tarihinde para, madeni ve kâğıt biçimlerinde kullanılmaktadır. İlk madeni paraların, MÖ 7. yüzyılda Lidyalılar tarafından Anadolu’da basıldığı bilinmektedir. Bu paralar, altın ve gümüş alaşımı olan “elektrum”dan üretilmiştir [8]. Antik Yunan, Roma, Pers ve Osmanlı gibi birçok medeniyet, değerli madenleri para olarak kullanmıştır. Bu paraların değerini belirleyen unsur ise içeriklerindeki kıymetli metal oranı olmuştur. Her medeniyet, kendi darphanelerini kurarak bağımsız para basımına yönelmiştir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk darphanesi, Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul’da kurulmuştur [9].
Gümüş ve altın temelli madeni paralar Orta Çağ boyunca yaygın biçimde kullanılmıştır ancak bu paraların farklı alaşımlardan üretilmesi zamanla metal kıtlığına yol açmıştır. Ayrıca madeni paraların kütleleri giderek artmıştır. Avrupa’da ilk banknotun basıldığı İsveç’te, bazı madeni paraların 20 kilogramlık bir kütleye ulaştığı bilinmektedir [10]. Bu artan kütle, kıtalar arası ticarette madeni paraların taşınmasını güçleştirmiştir. Aynı zamanda bu paraların yolculuk esnasında korunması da ciddi zorluklar yaratmıştır. İlk kâğıt paraların ortaya çıkışı, bu tür pratik sorunlara yanıt olarak gerçekleşmiştir. 7. yüzyılda Çin’deki Tang Hanedanlığı döneminde ilk kez “alacak senetleri” kullanılmıştır. Bu senetler aynı zamanda banknot benzeri belgelerin ilk örnekleri olarak kabul edilmektedir [11].
Kâğıt paranın Avrupa’ya gelişi, 17. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşmiştir. Avrupa’da ilk banknotlar, 1661 yılında İsveç’te Stockholms Banco tarafından basılmıştır. Britanya İmparatorluğu ise kâğıt parayı kurumsal olarak 1694 yılında kurulan Bank of England aracılığıyla kullanmaya başlamıştır. Dolaşıma giren bu banknotlar, ilk dönemlerde belirli alacakların ödenmesinde kullanılmakta olup, altın ve gümüş karşılığında değiştirilebilmekteydi [12].
İlk banknotların kullanıma girmesi, kâğıtların üzerinde yazan sayıların değerinin neye göre belirlendiği sorusunu gündeme getirmiştir. Her ülke kendi para birimlerini oluşturmuş ve hangi para biriminin daha değerli olduğu önemli bir mesele hâline gelmiştir. Bununla birlikte banknotların kâğıt gibi kolay erişilebilen bir ham maddeden üretiliyor olması, basım sürecini oldukça kolaylaştırmıştır. Bu durum para arzının kontrolsüzce artmasına ve ülke ekonomilerinin enflasyonla karşı karşıya kalmasına zemin hazırlamıştır.
İktisadi tarih içerisinde bu durumla ilk kez İsveç’te karşılaşılmıştır. Johan Palmsturch tarafından kurulan Stockholm Banco, ilk banknotlarını Kreditivsedlar (deposit certificates) [10] olarak piyasaya sürmüştür. Bu banknotlar başlangıçta bankaya yatırılan madeni paralar karşılığında basılmıştır. Ancak bir süre sonra banka, kasalarında bulunan gümüş ve altın miktarından daha fazla banknot basmıştır. Bu kontrolsüz artış, piyasadaki para miktarının hızla yükselmesine neden olmuş ve enflasyonun oluşmasına yol açmıştır. Enflasyon sonucunda kâğıt paranın değeri düşmüş, halkın bankaya olan güveni sarsılmıştır. Bu güven kaybıyla birlikte insanlar tekrar metal paralara yönelmek istemiştir. Her kâğıt paranın arkasında metal bir teminatın bulunmaması ise büyük bir bankacılık krizinin patlamasına neden olmuştur [12].
İktisadi tarih içerisinde, taraflar arasında güvenin tesis edildiği durumlarda devasa taşların dahi para olarak kullanılabildiği bilinmektedir. Bu durum, para birimlerinin yalnızca değerli maden alaşımlarından oluşmasının şart olmadığını, belirli bir toplum tarafından değer atfedilmesi hâlinde farklı nesnelerin de değişim aracı olarak işlev görebileceğini göstermektedir. Bu duruma örnek olarak, Yap Adası sakinlerinin kullandığı Rai Taşları verilebilir. 1900’lü yılların başlarına kadar Pasifik Okyanusu’nda yer alan Yap Adası’nın yerli halkı, Rai Taşlarını yiyecek satın almak ve çalışanların ücretini ödemek için kullanmaktaydı. Zenginliği simgeleyen bu taşlar fiziksel olarak taşınmaz, toplantı alanlarının önünde sergilenirdi. Bunun nedeni ise hangi Rai’nin kime ait olduğunun toplum tarafından bilinmesidir. Rai taşları el değiştirdiğinde dahi yerinden oynatılmaz, yalnızca sahipliği değişirdi. Her bir Rai’nin önceki sahiplerini gösteren bir belgesi bulunmaktaydı; bu belgeler, günümüz blockchain teknolojisine benzetilebilecek biçimde mülkiyet zincirini kayıt altına almaktaydı. Rai taşları el değiştirdiğinde bu belgeler de güncellenirdi [13]. Rai Taşları’nın uzun yıllar boyunca kullanılmasının temel nedeni, taşların değerinin ada halkı tarafından toplu biçimde kabul edilmiş olmasıdır. Bu sosyal mutabakat sayesinde adadaki alım-satım işlemlerinde değişim aracı olarak kullanılmaları mümkün hâle gelmiştir. Ancak ada halkının, kendi kültürel değer atıflarına dayanan bu taşlarla başka toplumlarla ticaret yapabilmesi pek olası değildir. Zira bu taşların ardındaki değer temsili, yalnızca yerel kültürel bilgiye dayanmaktadır. Kültürel bilginin başka milletler tarafından paylaşılmaması ya da kabul edilmemesi, daha evrensel bir güvence sistemine duyulan ihtiyacı doğurmuştur [14].
Stockholm Banco’nun yaşadığı bu finansal kriz, erken dönemde kâğıt paraların kendi başına içsel bir değer taşımadığını göstermiştir. Bu durum, paranın arkasındaki değeri tanımlayacak ve sürdürecek bir güvence sisteminin gerekliliğini açık biçimde ortaya koymuştur. Söz konusu kriz, iktisadi tarih içerisinde altın standardı sisteminin temellerini atmıştır.
Altın standardı, banknotların altına çevrilebildiği ve ülkelerin merkez bankalarının ellerinde tuttukları altın rezervi ile para arzını dengelediği bir para sistemi olarak tanımlanmaktadır. Bu sistemle birlikte para, erken iktisadi dönemde kullanılan ve para dışında başka amaçlarla da değerlendirilebilen emtia paradan ayrışarak, daha soyut ve temsili bir yapıya evrilmiştir. Bu dönüşümün ne anlama geldiğini kavrayabilmek için öncelikle para çeşitlerinin tanımlanması, ardından altın standardından nasıl vazgeçildiğinin açıklanması gerekmektedir.
3. Para Çeşitleri ve Altın Standardı
Para, ekonomik işlemleri kolaylaştıran bir değişim aracı olarak işlev görmektedir. Tarihsel süreç içerisinde paranın kullanım biçimleri önemli ölçüde dönüşüm geçirmiştir. Modern iktisat literatüründe para, genel olarak üç ana kategoride sınıflandırılmaktadır. Bunlar sırasıyla emtia para (commodity money), temsili para (representative money) ve itibari para (inconvertible paper money)dır.
3.1. Para Çeşitleri
Emtia Para (commodity money)
Kendi başına içsel bir değere sahip olan ve aynı zamanda değişim aracı olarak işlev görebilen mallar emtia para olarak tanımlanmaktadır. Emtia parada değeri belirleyen unsur, kullanılan malın bizzat kendisidir. Tarihsel süreçte tuz, tütün ve büyükbaş hayvanlar gibi çeşitli mallar ticari işlemlerde para yerine kullanılmıştır.
Temsili Para (representative money)
Belirli bir değerli madene veya fiziksel mala doğrudan dönüştürülebilme güvencesine sahip olan ve genellikle bu malların karşılığı olarak düzenlenen belgeleri ifade etmektedir. Bu tür paralar, ilgili emtianın mülkiyetini temsil eden araçlardır. Ticaretle uğraşan kişiler, altın ya da gümüş sertifikaları veya makbuzları sayesinde, ihtiyaç duyulduğunda bu değerli metallerin fiziksel biçimlerine erişim sağlayabilmekteydi.
Çevrilemez İtibari Para (Fiat Money veya Çevrilemez Para (Inconvertible Paper Money))
Çevrilemez itibari para, özünde herhangi bir maddi karşılığı bulunmayan ve değerli bir emtia ile doğrudan ilişkili olmayan kâğıt ya da sanal para birimlerini ifade etmektedir. Bu tür paraların ekonomik işlemlerde kullanılmasının temel nedeni, devlet otoritesinin bu paraları geçerli ödeme aracı olarak ilan etmiş olmasıdır. Paranın kabulü, büyük ölçüde bireylerin devlete ve ekonomik sisteme duyduğu güvene dayanmaktadır. Çevrilemez itibari paraların değeri, devletlerin merkez bankası politikaları, arz-talep dengesi ve uygulanan para politikaları çerçevesinde belirlenmektedir. Günümüzde ABD doları, euro, pound, yen ve Türk lirası gibi birçok ulusal para birimi bu kategoriye girmektedir [2].
3.2. Altın Standardı
Tarihsel süreçte birçok ülke, yasal ödeme aracı olarak bimetalik sistemi (hem altın hem de gümüş temelli para sistemi) kullanmıştır. Altın ve gümüşün bu sistemde yer alması tesadüfi değildir; her iki metalin de evrensel olarak kabul görmesi, dayanıklılığı ve taşınabilirliği gibi özellikleri onları diğer emtialara kıyasla daha elverişli kılmıştır. Ancak uzun yıllar boyunca süren bu ikili sistem, zamanla yalnızca altının temel alındığı bir yapıya dönüşmüştür. Bu dönüşümün arkasında ise önemli bir iktisadi olay yer almaktadır [15].
Altın standardının öncüsü olan İngiltere, bu sistemi resmî olarak benimseyen ilk ülke olmuştur. Daha önce gümüş standardını kullanan İngiltere’de, Royal Mint’in (Kraliyet Darphanesi) başına geçen Isaac Newton, altın-gümüş paritesini yanlış hesaplayarak gümüşün piyasadan çekilmesine yol açmıştır. Newton’un belirlediği oran, altını gümüşe kıyasla olduğundan daha değerli hâle getirmiştir. Oysa Avrupa piyasasında altının değeri daha düşüktü. Bu durum, “Gresham Yasası” olarak bilinen prensibin işlemesine neden olmuştur: Kötü para, iyi parayı piyasadan kovar. Nominal değerleri aynı olsa da içsel değerleri farklı olan altın ve gümüş, serbest dolaşımda birbirinin yerine kullanıldığında arbitraj fırsatları yaratmıştır. Bu durumdan yararlanan tüccarlar, İngiltere’deki gümüş paraları toplayarak Avrupa’ya götürmüş ve daha fazla altınla takas etmişlerdir. Elde ettikleri altınları İngiltere’ye getirerek darphaneden pound sterlin almışlardır. Böylece piyasada gümüş hızla toplanıp eritilmiş ve külçe hâlinde satılmıştır. Gümüş paralar tedavülden çekilirken piyasada sadece altın paralar ve küçük alışverişlerde kullanılan bakır paralar kalmıştır. Bu gelişmeler, İngiltere’yi fiilen altın standardına geçmeye zorlamış ve nihayet 1819 yılında bu sistem resmen kabul edilmiştir. Bu hamleyle birlikte Londra, dönemin küresel finans merkezi hâline gelmiştir [16].
Altın standardı sisteminde bir ülkenin para biriminin değeri belirli bir miktar altına sabitlenmiştir ve talep edilmesi hâlinde para birimleri altın karşılığına dönüştürülebilmektedir. Bu sistem özellikle Sanayi Devrimi’nin öncülüğünde Avrupa ülkeleri tarafından benimsenmiştir. Altın standardında ülkeler kâğıt parayı sabit bir altın miktarına dönüştürmeyi kabul etmişlerdir. Bu sayede keyfî para basımı engellenmiş bu durum da fiyat istikrarının sağlanmasına katkı sunmuştur. Altın standardının kesin bir başlangıç tarihini belirlemek güçtür ancak birçok ülkenin 1870’li yıllardan itibaren paralarını altına bağlamasıyla 19. yüzyılın ortalarından itibaren sistematik bir biçimde uygulanmaya başlandığı kabul edilmektedir.
Bretton Woods Anlaşması
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından istikrarlı bir uluslararası para sistemine duyulan ihtiyaç ve savaş sonrası ekonomik yeniden yapılanmanın desteklenmesi amacıyla Bretton Woods Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma, Temmuz 1944’te Amerika Birleşik Devletleri’nin New Hampshire eyaletine bağlı Bretton Woods kasabasında toplanan Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı’nda kabul edilen “Uluslararası Para Anlaşması”nın bir diğer adıdır. Toplantıya katılan 44 ülkeden 730 delege ile sabit kur esasına dayalı bir sistem benimsenmiş ve her ülkenin para birimi, Amerikan doları esas alınarak değerlenmiştir. Anlaşma kapsamında Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (International Monetary Fund, IMF) kurulmuş, bu kurumlar 1946 yılında yeterli sayıda ülkenin onay vermesiyle birlikte faaliyete geçmiştir. Bretton Woods sistemiyle birlikte altına dönüştürülebilir tek para birimi olarak yalnızca Amerikan doları kabul edilmiştir. 1 ons altın=35 Amerikan doları veya 1 Amerikan doları=0,88867 gram altın olarak sabitlenmiştir [17].
15 Ağustos 1971 tarihine kadar uygulanmaya devam eden bu sistem, ABD Başkanı Richard Nixon’ın aldığı bir kararla değişikliğe uğramış ve bu karar tarihe “Nixon Şoku” olarak geçmiştir. Başkan Nixon, ABD’nin yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle doların altına dönüştürülmesi uygulamasını tek taraflı olarak durdurmuştur. Bu gelişme, Bretton Woods sisteminin işleyişinde önemli bir kırılma noktası olarak değerlendirilmektedir. [18]
Bretton Woods Anlaşması’ndan vazgeçilmesinin başlıca nedenleri şu şekilde sıralanabilir:
- Triffin İkilemi (Triffin Dilemma): Belçikalı ekonomist Robert Triffin’in 1960’larda dikkat çektiği bu ikilem, doların rezerv para olarak varlığını sürdürebilmesi için ABD’nin dış ticaret açığı vermesini gerektirmekteydi. Bu şekilde dünya ekonomisinde sürekli bir dolar akışı sağlanabiliyordu. Ancak piyasadaki dolar miktarı zamanla ABD’nin altın rezervlerini büyük ölçüde aşınca, Bretton Woods sistemi kapsamında verilen “1 ons altın=35 dolar” taahhüdünün sürdürülebilirliği tartışmalı hâle gelmiştir [19].
- ABD’nin Vietnam Savaşı’na Girmesi: Savaş nedeniyle yapılan yüksek harcamalar ABD’nin bütçe açığını artırmıştır. Bu açığı karşılamak amacıyla ABD Merkez Bankası (FED) tarafından karşılıksız para basılması, doların uluslararası güvenilirliğini zayıflatmıştır.
- Altına Yöneliş (Altına Hücum): ABD’nin para politikasına yönelik güven kaybı diğer ülkelerde altına yönelme eğilimini artırmıştır. Başta Fransa olmak üzere bazı ülkeler ellerindeki dolarları altına çevirmek istemiş, bu da ABD’nin altın rezervleri üzerinde baskı oluşturmuştur. Nixon tarafından alınan karar, bu baskıyı hafifletmek ve rezervlerin daha fazla azalmasını önlemek amacıyla atılan bir adım olarak değerlendirilmektedir [20].
Bu kararın ardından dünya, sabit kur sisteminden dalgalı kur sistemine geçiş yapmıştır. Doların döviz standardı sisteminden çıkarılması birçok ülkede para krizlerine yol açmıştır. Bu gelişmelerin ardından Özel Çekme Hakları (Special Drawing Rights, SDR) adı verilen yeni bir uluslararası rezerv para sistemi geliştirilmiştir. Günümüzde SDR, devletler ve merkez bankaları arasında kullanılan uluslararası bir para birimi olarak işlev görmeye devam etmektedir [20].
Doların rezerv para sisteminden çıkarılması ve serbest dalgalanmaya bırakılması, doların değer kaybetmesi anlamına gelmiştir. Bu durum petrol fiyatlarını da büyük ölçüde etkilemiştir çünkü petrol, uluslararası piyasalarda dolar üzerinden fiyatlandırılmaktadır. Örneğin, bir varil petrol yaklaşık 2,5 gram altına eş değerken doların değer kaybı sonrasında bu oran 1,5 grama düşmüştür. Bu değişim, 1971 yılında petrol krizinin tetiklenmesinde etkili olmuştur. OPEC (Organization of the Petroleum Exporting Countries), petrol fiyatlarını ve arzını dengelemek amacıyla 1960 yılında kurulmuş bir organizasyondur. Fiyat istikrarını sağlamak ve küresel piyasayı denetlemek amacıyla kurulan bu örgüt, petrol fiyatlarının bağımsız bir kurum tarafından belirlenmesini, tek bir ülke tarafından kontrol edilmesine tercih etmektedir [21].
4. Altın Standardından Kaçış: İtibari Para (Fiat Money)
Nixon Şoku’nun ardından dolar, altın karşılığı olmadan basılmaya başlanmıştır. Diğer para birimleri de dalgalı kur sistemine geçerek emtia desteklerini kaybetmiştir. Bu yeni para sistemine “itibari para sistemi” adı verilmektedir. İtibari para (fiat money), arkasında herhangi bir emtia (altın, gümüş) desteği bulunmaksızın, yalnızca devlet otoritesi tarafından değer atfedilen para türüdür. Latince kökenli “fiat” kelimesi, “öyle olsun” anlamına gelmektedir [22]. Günümüzde Türk lirası, dolar, euro gibi tüm ulusal para birimleri itibari para kapsamındadır [7].
Günümüz parasal sistemi içerisinde dalgalı döviz kurları kullanılmaktadır. Para birimlerinin değerleri, serbest piyasada arz ve talep koşullarına göre belirlenmektedir. Bu süreçte para arzını kontrol eden merkez bankaları, sistemin en önemli aktörlerindendir. Merkez bankaları; para arzını yönetmek, finansal istikrarı sağlamak, faiz oranlarını belirlemek ve enflasyonla mücadele etmek gibi temel görevler üstlenmektedir. Bu sistemde para, büyük ölçüde borç yoluyla yaratılmaktadır. Bireylerin, şirketlerin ve devletlerin borçlanmaları sonucu piyasadaki para miktarı artmaktadır. Kısmi rezerv bankacılığı sistemi sayesinde bankalar, topladıkları mevduatların yalnızca belirli bir kısmını merkez bankalarında tutmakta, kalan kısmını ise kredi olarak vererek “kaydi para” (digital money) oluşturmaktadırlar [23]. Sistemde dolaşımda olan paranın fiziksel bir karşılığı bulunmamaktadır. Örneğin 2025 temmuz verilerine göre dolaşımdaki para arzı (M2 para arzı) 21,94 trilyon ABD dolarıdır [24]. Aynı dönemdeki fiziksel para miktarı ise 2025 temmuz verilere göre yaklaşık 2,41 triyon ABD doları civarındadır [25]. Bu iki para miktarı arasındaki farkın ezici çoğunluğunu, bankalar tarafından yaratılan kaydi paralar oluşturmaktadır. Kaydi para, örneğin bir bankanın A kişisinden aldığı 1.000 doların %10’unu zorunlu karşılık olarak ayırıp (100 dolar), kalan 900 doları başka bir kişiye kredi olarak vermesiyle oluşur. Bu kredi, sisteme yeniden mevduat olarak girdiğinde bankalar bu yeni mevduatın da %10’unu ayırarak (90 dolar), kalan 810 doları bir başka kişiye kredi olarak verir. Bu süreç bu şekilde devam ettikçe, başlangıçtaki 1.000 dolar üzerinden sistemde çok daha fazla miktarda kaydi para yaratılmış olur. Kısaca, paranın arkasında altın standardında olduğu gibi (35 ABD doları=1 ons altın) sabit bir karşılık bulunmamaktadır. Günümüzde dolaşımdaki herhangi bir paranın, örneğin doların arkasındaki görünür değer (face value), ABD devleti ve merkez bankası olan FED’e duyulan güvene dayanmaktadır. Yani bu para biriminin değeri, fiziksel bir varlığa değil, kamu otoritesine duyulan güvene bağlıdır.
“Güven” kavramı, modern para sisteminin temelini oluşturan anahtar unsurdur. Paranın tarihsel gelişimini ve modern sisteme geçiş sürecini incelediğimizde, artık paranın arkasında altın gibi fiziksel bir emtia bulunmadığını görmekteyiz. Bu durum, dolaşımdaki para arzının somut bir karşılığının olmaması nedeniyle ülke ekonomilerinde çeşitli kırılganlıklar yaratmaktadır. Günümüzün dijitalleşen dünyasında ise tüketiciler, güvenin yeniden inşa edilebileceği alternatif araçlara yönelmektedir. Bu bağlamda, kripto paralar gibi merkeziyetsiz sistemler giderek daha fazla tercih edilmeye başlanmaktadır.