Atın Evrimi ve Türk Tarihinde Atların Yeri
Yazan: Zelal Su Değirmenci
Düzenleyen: Ümit Sözbilir
Özet: Atgiller, at ve benzeri memelileri barındıran, tektoynaklılar takımına ait bir ailedir. Günümüzde bu aileye ait tek cins Equus’tur. Atların evrimsel gelişiminin araştırılmasında en önemli bulgular fosillerdir. Tektoynaklılar yaklaşık 55 milyon yıl önce Eosen Devresinde bir grup memelinin atasından ayrılmıştır. Birçok araştırmacı bu süreci vücut büyüklüğü, dişler ve tırnak sayısı olmak üzere üç ana başlıkta incelemektedir. Türkler yetiştirdikleri atların hem etini yer hem de bir ulaşım ve savaş aracı olarak kullanırlardı. Bu sebeple atın ehlileştirilmesi ve atlı çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlanabilir. İnsanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer kültürlerin gelişmesinde fevkalade sonuçlar doğurmuştur.
1. At Ailesine Genel Bakış
Atgiller (Equidae), at ve benzeri memelileri barındıran, tektoynaklılar (Perissodactyla) takımına ait bir familyadır. Günümüzde familyaya ait tek cins Equus’tur. Tektoynaklılar takımının özelliği eşek, zebra ve at gibi hayvanlarda görülen astragalus (topuk) kemiğinin üstündeki eyer biçimli çıkıntıdır. [1]
İsveçli Botanikçi ve Zoolog Carl Linnaeus (Carl vonLinne)’un geliştirdiği binomenklaturde1 at taksonomisi2 aşağıdaki şekildedir [2];
Latincesi – Türkçesi | Latincesi – Türkçesi |
Kingdom – Âlem | Animale – Hayvanlar |
Phylum – Şube | Vertebrata (Chordata) – Omurgalılar |
Classis – Sınıf | Mammalia – Memeliler |
Subclassis – Altsınıf | Eutheria – Plesentalı memeliler |
Ordo – Takım | Perissodactyla – Tek toynaklılar |
Subordo – Alttakım | Hippomorpha |
Familya – Aile | Equidae – Atlar ve eşekler |
Genus – Cins | Equus Linnaeus |
Günümüzde 500’ün üzerinde at ırkı bulunmaktadır. Bu ırkların bir kısmı (örneğin İngiliz atı) dünyanın her yerinde yaygın olarak yetiştirilmekte, bir kısmı (örneğin Mustang, çoğunlukla Amerika Birleşik Devletleri’nde) ise sadece belli bölgelerde yetiştirilmektedir. Atlar, ülkemizde daha çok iş hayvanı olarak kullanılmıştır. Atlar, dünyada makineleşme yaygınlaşana kadar çoğunlukla yük çekme ve tarla sürme gibi işlerde kullanılmıştır.
Türkiye’nin yerli atları olarak Alaca, Anadolu Yerli, Ayvacık Midillisi, Canik, Çamardı Kulası, Cirit, Çukurova, Doğu Anadolu, Hınısın Kolukısası, Karacabey, Karakaçan, Malakan, Trakya (Rumeli), Rahvan, Türk Arap, Türk Nonius ve Uzunyayla atları bulunur.
2. Atların Evrimi
Atların evrimsel gelişiminin araştırılmasında en önemli bulgular fosillerdir. Tektoynaklılar, yaklaşık 55 milyon yıl önce Eosen Devresinde bir grup memelinin atasından ayrılmıştır. [1] 1870’lerde Paleontolog D. C. Marsh, Kuzey Amerika’da yeni keşfedilmiş bir takım at fosillerinin tanıtımını yayımladı. [2]
At ailesinin evrimini iki devreye ayıracak ve bu devrelerdeki ara basamakları sınıflandıracak olursak;
- Eosen ve Oligosen (Erken Atlar) Devresi (60 milyon yıl önce):
- Hyracotherium
- Orohippus
- Mesohippus
- Miohippus
- Miocene ve Pliocene (Tam Atlar) Devresi (30 milyon yıl önce):
- Kalobatippus
- Parahippus
- Merychippus
- Hipparion
- Pliohippus
- Dinohippus
- Plesippus
Bu yazıda atların evrimini üç başlık altında inceleyeceğiz; tek ayak parmağı (monodaktili), uzun taçlı dişler (hipsodonti) ve vücut büyüklüğü.
2.1. Parmaklar
Günümüz atları (Equus caballus) anatomik olarak incelendiğinde üçüncü parmak kemiğinin geliştiği, ikinci ve dördüncü parmak kemiğinin ise kalıntı şeklinde kaldığı görülmektedir. Bu sebeple günümüz atları sadece üçüncü parmaklarının üzerinde dururlar. Atların monodaktili olarak nasıl evrimleştiği henüz tam olarak anlaşılamamıştır. [3] Ancak bozkırların ortaya çıkması ile atların yırtıcılardan kaçmak amacıyla daha yüksek hızlarda koşması gereksiniminin doğduğu ve vücut ağırlığının tek ayak parmağı üzerinde toplanmasının daha hızlı koşmaya fayda sağladığı yönünde görüşler vardır. [4]
İlk olarak Pliyosen Devresinde Kuzey Amerika’da ortaya çıkan at cinsi Equus tamamen monodaktilidir.
2.2. Yüksek Taçlı Dişler
Hipsodonti, diş eti çizgisinin üzerinde aşınma ve yıpranmaya dayanıklı yüksek tepeli ve mineye sahip diş modelidir.
Yaprak yiyen atların kapalı, dar köklü, damarlar ve sinirler içinse çok küçük kanalcıkları olan dişleri vardır. Bu dişler hayvan yaşlandıkça aşınır. Otlayan atların dişleri ise hayvanın yaşadığı süre boyunca büyümeye devam edebilmesi için açık köklüdür ve damarlar ve sinirler için daha geniş kanalcıklıdır. Bu değişimin değişen iklim şartlarına bağlı olarak farklı ot türlerinin ortaya çıkması ile atların beslenmesinin yeşillik ve ağaç yapraklarından çimenlere dönmesi ile olduğu düşünülmektedir.
Dişlerdeki bu değişim beraberinde atların yüzlerinin ön kısmında uzama ve daha basık göz çukurlarını da getirmiştir. [4]
Paleontolog Bruce MacFadden fosilleşmiş at dişlerini kimyasal olarak incelediğinde, hayvanların yedikleri bitkilerin karbon içeriğini iskeletlerinde ve dişlerinde depoladığını görmüştür. [5]
2.3. Vücut Büyüklüğü
Atlar, evrimsel süreçlerinin ilk 35 milyon yılı boyunca 10-55 kg kütleye sahip küçük canlılardı. [6] Daha sonra Miyosen Devresinde atların boyutları çeşitlenmiştir; bazı atlar daha büyük bazıları ise daha küçük hâle gelmişlerdir. [6] Bu değişimlerin sebebinin, Miyosen Devresi boyunca atların radyasyona maruz kalması ve beslenme değişiklikleri olduğu düşünülmektedir. Bugün hayatta kalan atlar, atalarının vücut büyüklüğü artan hayvanlardır.
Yukarıdaki üç ana başlıktan hariç, atların evrimsel sürecinde 4 farklı tip at vardır. Bunlardan bahsedecek olursak;
Birinci Tip: Kuzeybatı Avrupa’da yaşayan midillilerdir. Cidago4 yüksekliği 125 cm civarında, doru5 veya yağız6 donlu7 atlardır. Kulakları küçük, burun delikleri geniş, yele ve kuyruğu bol kıllıdır.
İkinci Tip: Daha iri, günümüz çekim atlarına benzeyen, Kuzey Avrasya’da yaşayan midillilerdir. Cidago yüksekliği 145 cm civarındadır. Kuyruğu ve yelesi bol kıllıdır. Yelesi diktir.
Üçüncü Tip: Geniş bozkırlara ve çayırlara sahip Orta Asya’da yaşayan Ahalteke atıdır. Cidago yüksekliği 150 cm civarındadır. Yele ve kuyrukları kısa ve az kıllıdır. Başları, kulakları ve boynu uzundur. Dört tip arasında en iri olan tip atlardır. Yemen, Kuzey Afrika ve İspanya’ya kadar uzanan atların atası olduğu düşünülmektedir.
Dördüncü Tip: Batı Asya’da yaşayan, Hazar tipi atlardır. Üçüncü tipe çok benzemelerine karşın daha küçüklerdir. Cidago yüksekliği ortalama 120 cm civarındadır. İnce bir kemik yapısında sahiptir. Kulakları küçüktür. Yele ve kuyruğu ince fakat çok kıllıdır.
Günümüzde hangi atın, hangi ırkın atası olduğu hâlâ tam olarak çözülememiştir. Orta Asya atlarıyla Arap atları karşılaştırıldığında, ilkinin toynaklarının çöl iklimine uygun Arap atının toynaklarına göre daha küçük olduğu veya yine ilkinin uzun mesafe koşmaya, Arap atının ise daha kısa mesafede hız yapmaya uygun olduğu, yani çevreye uyarlandığı anlaşılmaktadır. [1]
Yabani atlar günümüzde en fazla Amerika’da bulunmaktadır. Yabani atların en son görüldüğü yer ise Moğolistan’dır. Bu atlara Moğollar, Taki (Przewalskiy) atı adını vermişlerdir. Bilimsel adı ise Equus ferus przewalskii’dir. Bu atların özelliklerine bakılacak olursa bej-kahve veya kül rengine çalan kahverengi kıllara sahiptir. Gövdesinin arka kısmında zebra çizgilerine benzer çizgiler vardır. Kulaklarındaki kıllar siyahtır. Yelesi diktir. Diğer atlarda olduğu gibi yüzüne doğru sarkan bir yelesi yoktur.
Doğadaki son gözlem kaydı Polonya ve Güney Rusya’da 1960’lı yıllarda yapılmıştır. Son kez de 1969’da Gun Tamgo’da görülmüşlerdir. [1] Bu yıllardan itibaren yürütülen çalışmalarda bu atlar tekrar görülememiştir. Ancak o zamandan bu yana, tehlikenin farkına varan bazı hayvanat bahçeleri (özellikle de Prag Hayvanat Bahçesi) bu atlardan 12 örnek toplamış ve ciddi bir koruma programı uygulamıştır. Bu 12 bireyden, 1.000 bireylik bir hayvanat bahçesi nüfusu yaratılabilmiştir. Sonunda, 1992 senesinde bu hayvanat bahçesi nüfusundan 16 tanesi vahşi doğaya salınmış ve son yapılan tespitlere göre günümüzde 300 bireylik bir nüfus büyüklüğüne erişmişlerdir. [7]
3. Türk Tarihinde Atlar
3.1. Eski Türklerde At
Atın ehlileştirilmesi konusunda W. Koppers şöyle demektedir: Atın ehlileştirilmesi ve atlı çoban kültürünün ortaya konması ilk Türklere bağlanabilir. İnsanlık tarihinde ulaşılan bu başarı, kavimlerin ve diğer kültürlerin gelişmesinde fevkalade sonuçlar doğurmuştur. [8] Moğollarda geç zamanlarda yer aldığı bilinen atın en eski çağlardan beri Türklerin siyasî, dinî, iktisadi ve sosyal hayatında oynadığı merkezî rol şöyle özetlenebilir: Türkler, sürüler hâlinde yetiştirdikleri atın etini yerler, onu kurban olarak sunarlar ve her yıl (özellikle savaş atlarından) binlercesini yabancı ülkelere ihraç ederek gelirlerini sağlarlardı. Özellikle Çin hükûmetleri MÖ 4. yüzyıldan itibaren ordularında Türk sistemini uygulayarak okçu süvari birlikleri teşkil ettikten sonra muhtaç oldukları atı Türk ülkelerinden temin etmek zorundaydılar. Savaş atlarının daha çok ipekle değiş tokuş edildiğini belirten Çin kaynakları, yalnız Gök-Türk çağında ayrı adlar altında zikredilen 11 cins Türk atından bahsetmişlerdir. [8]
Türkler aynı zamanda savaşta atları renklerine göre (renk-yön ilişkisi) dizip kurt kapanı denilen hilal taktiği ile imha etmişlerdir. Bunun en iyi örneği 1526 yılında yapılan 2 saat süren bir savaş olan Mohaç Meydan Muharebesidir. Bu günümüzde bilinen en kısa süren meydan muharebesidir. [9]
4.-6. yüzyılın A. Marcellinus, C. Claudianus, A. Sidonius,Zosimos vb. gibi batı kaynakları şu tespitleri yapmışlardır:
“Henüz ayakta durabilecek bir Hun çocuğunun yanında eyerlenmiş bir at bulunur…
Hunlar at üstünde yerler, içerler, alışveriş yaparlar, sohbet ederler ve uyurlar…
At başka bir kavmi yalnız sırtında taşıdığı halde, Hun at üstünde ikamet eder…” [8]
3.2. Köktürk Yazıtlarında At
Göktürkler tarafından yazılmış olan, Köktürk Yazıtları, Göktürk Yazıtları veya Orhun Yazıtları, Türklerin bilinen en eski alfabesi olan Orhun alfabesi ile yazılmış yazıtlardır. Bu yazıtlar 1889 yılında Moğolistan’ın Orhun Vadisi’nde bulunmuştur.
Yazıtlar hem Eski Türkçe’nin dilbilgisi hakkında hem de Türk kültürü hakkında bilgi vermektedir. Yazıtlarda atlardan savaş aracı olarak sıklıkla bahsedilmektedir. Savaş aracı olarak kullanılan atların sahipleri, cinsleri ve renkleri gibi özelliklerinden de bahsedilmiştir. [10] Bunlara birkaç örnek verilecek olursa;
ak adgır: Ak aygır
bayırkunmg ak adgın: Bayırku’nun ak aygırı
költiginbayırkun(mg ak adgıng) binip oplayutegdi: KölTigin, Bayırku’nun ak aygırına binip boğa gibi saldırdı.
(KölTigin Yazıtı Doğu Cephesi 35-36)
ak at: Ak at, kır at
alp alçı ak atı: Alp Şalçı’nın ak atı
alp alçı ak atın binip tegmiş: (KölTigin), Alp Şalçı’nın ak atına binerek hücum etmiş.
(KölTigin Yazıtı Doğu Cephesi 40)
Yılkı: Yılkı, at sürüsü
tangutbodunug buzdum ogılınyu(tuz)ın yılkısının barımın anda altım: Tongut halkını hezimete uğrattım: çocuklarını, kadınlarını, at sürülerini (ve bütün) varlıklarını o zaman aldım/ele geçirdim.
(Bilge Kağan Yazıtı Doğu Cephesi 24)
Sonuç olarak, atın evrimi pürüzsüz ve derecelendirilmiş değildir. Değişik oranlardaki değişik özelliklerin açılımları her zaman bir arada dağılım göstermez ve genellikle ters yöndedir. Bazı türler dereceli, bazıları da aniden gelişirler. Sonuç olarak at ailesi, evrim mekanizmasının ne kadar karmaşık olduğunu kanıtlamıştır. [2]
1 İkili adlandırma.
2 (Yun. taxis=ayarlama, Yun. nomos=yasa) Canlıların sınıflandırılması; bu sınıflandırmada kullanılan kural ve prensipler. (Kaynak: Zooloji Terimleri Sözlüğü, 1963)
3 Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümüne verilen ad.
4 Özellikle at ve eşeklerde boyunun üst kenarından vücuda bağlandığı kısımda, iki omuz kemiği arasında ikinci ve on ikinci sırt omurgalarının bulunduğu bölge. Binicilik terminolojisinde atın yelesinin bittiği yere verilen ad.
5 Vücudu kaplayan kılların kırmızı, bacakların alt kısımlarının ve kuyruğun koyu kahverengiden siyaha kadar değişebilen renkte olduğu don.
6 Vücudu kaplayan tüm kılların siyah renkte olduğu don.
7Atların bedeni örten kılların (örtücü kılların) bir bütün olarak gösterdikleri renge ya da renkler karışımına don denir.