İnsanlar Neden Bilimin Yanlış Olduğunu Kanıtladığı Bilgilere İnanır?
Yazan: Julia Layton
Çeviren: Doğa D.
Düzenleyen: Çağla Ayaz & Ümit Sözbilir
Özet: Yaratılışçıların bilimsel geçerliliği olmayan açıklamalara inanması şaşırtıcı değil fakat normal şartlarda bilime güvenen akılcı kimselerin kimi zaman bilimsel olarak yanlışlığı açıkça kanıtlanmış düşüncelere inanma eğilimi nasıl açıklanabilir? Psikologlar, kişilerin stres anlarında bilişsel uyum yakalayabilmek veya düşüncelerini doğrulayabilmek adına inkâr, komplo teorileri, mantık dışı neden-sonuç ilişkileri gibi bir dizi teknikle temellenen bilim dışı bir düşünce sistemini izlemelerini “inançta ısrarcılık” olarak adlandırıyor. Haberde bu olgu, Psikolog Leon Festinger’ın üzerinde çalıştığı bir kültün üyelerinin gerçekleşmeyen bir sel kehaneti karşısında takındıkları tutumları incelediği çalışma üzerinden okunuyor.
Amerikalıların neredeyse yarısı, hayatın 10.000 yıldan daha uzun bir süre önce başlamadığından emindir [1]. Bu onların, evrimin delillerini açıkça reddettikleri, karbon tarihlemesini bir sahtekârlık olarak gördükleri ve insanlarla dinozorların bir arada yaşadığını kabul ettikleri anlamına geliyor.
Yaratılışçılar bu konuda yalnız değil. Amerikalıların yaklaşık beşte biri aşıların, bu bağlantıyı kurmak için kullanılan çalışma verilerinin sahte olduğunu keşfettikten sonra bile otizme neden olabileceğine inanıyor [2] [3].
2010 yılında yapılan bir ankete göre Amerikalıların neredeyse yarısı, CO2 salınımlarının etkilerinin üzerine sayısız çalışma yapılmış olmasına rağmen iklim değişikliğinin insanların tutumlarıyla ilgili olmadığını düşünüyor [4].
Şu inanışları da unutmayalım: Sigara içmek kansere neden olmaz; cinsel ilişki pozisyonları bebeğinizin cinsiyetini tayin etmenize yardımcı olabilir; çiğ sütün hiçbir zararı yoktur.
”Hastalıklara mikroplar neden olmaz.”, “Evrim veya genetik kod diye bir şey yok.”, “Isı tutulumu yoktur.” gibi saçmalıklar; bilim ile hiçbir bağlantısı olmayan insanlar için mantıklı olabilir fakat bilimin ilkelerine, yöntemine ve sonuçlarına inananlarda bu düşünüş nasıl olur?
Psikologlar bu duruma ”inançta ısrarcılık” diyorlar ve bu çokça incelenen bir fenomen. Hepimiz bir dereceye kadar bu duruma kurban gidiyoruz ancak bazıları diğerlerine göre buna daha eğimli oluyor.
Burada tam olarak ne devreye giriyor peki?
Çok basitçe ifade etmek gerekirse insan zihni barışı sürdürmek için çok uzun süreçler kat eder.
Bilişsel Uyumsuzluk (Bilişsel Çelişki)
Dünya, 21 Aralık 1954’te bir sel yüzünden sona erecekti. Fakat bir kültün üyelerinin hiçbir korkusu yoktu ancak inançları vardı. Bu yüzden bir uzay gemisi tarafından kurtarılıp tanrının gazabından kaçırılmış olacaklardı.
22 Aralık 1954’te, bu kült üyelerinin bir kısmı oldukça aptal gibi hissetmişti fakat bu tür kültleri incelemekte olan Psikolog Leon Festinger’ı oldukça şaşırtan bir gelişme olmuştu. Diğer kült üyeleri tam tersine hareket ederek kehanetin gerçekleşmeyişinden önce inandıklarından daha çok inanmaya başlamışlardı. Aslında bu inananlara göre kehanet hiçbir zaman sahte olmamıştı. Kült üyeleri, inananların gücüyle seli durdurmayı başarmıştı [5]. Sel felaketinin yaşanmaması inanmakta haklı olduklarının kanıtıydı.
1957’de Festinger, gördüğü olayı tanımlamak için bilişsel uyumsuzluk terimini ortaya attı. Bu terim bir insanın düşünceleri, inançları, algıları veya davranışlarındaki tutarsızlıkların zihinsel rahatsızlığına atıfta bulunmaktadır [6]. Teorisinde stresin bu hâli içinde zihin, çatışmayı kaldırmanın ve bilişsel uyumu yeniden kurmanın bir yolunu bulmaya yönelecektir.
Çoğumuz bu eğilime bir dereceye kadar tutuluruz. Hepimiz düşünce ve davranışlarımızla rahat etmek isteriz ve aynı kalmaktan ziyade değişmek çok daha zor gelir.
Bilişsel uyumsuzluk teorisini günlük hayatta da görmek mümkündür. Örneğin çocuğunun başarılı olması gerektiğine inanan bir ebeveyn çocuğunun başarısız olduğu bir testin, sınıftaki diğer çocuklar bu testten başarılı olmuş olsa bile hatalı olduğuna inanır. Bir diğer örnek de şu: Bir kişi, eşinin darmadağın bir hâlde başka bir kişi ile bir otelden ayrıldığını yakaladığı zaman aralarında hiçbir şey olmadığına, sadece konuştuklarına inanır. Yani akılcı bir kişi bir konuya karşı önemli kanıtlar karşısında mantıksız bir inanca sahip olduğunda genellikle burada bilişsel uyumsuzluk söz konusudur. Bu, zihnin kendini koruma içgüdüsüdür ve genellikle doğrulama ön yargısı (doğrulama yanlılığı) olarak bilinen zihinsel bir eğilimi içerir.
Doğrulama Ön Yargısı (Doğrulama Yanlılığı)
Kült üyeleri ortada sel, uzay mekiği, ölüm ve yıkım yok iken iki olası ”gerçek” ile karşı karşıya kalmışlardı.
- seçenek: İnanmakta haksızdılar.
- seçenek: İnanmakta haklıydılar çünkü inançları seli durdurmuştu.
Aslında, inananların en samimileri için bile muhtemelen 1 numaralı seçenek hiçbir zaman resme girmemişti, girdiyse bile muhtemelen hemen unutulmuştu.
Doğrulama ön yargısı basmakalıp düşüncelerden politik kutuplaşmanın artmasına kadar her şeyi açıklayabilir.
Teori şöyledir: Mevcut bakış açımızı destekleyen ”gerçeklere” inanma (veya o ”gerçekleri” aramak, hatırlamak, onların farkına varmak) olasılığımız daha yüksek iken zihinsel tartı gerektiren gerçeklere inanma olasılığımız düşüktür. Mevcut düşüncemizde daha derinde yerleşik olan veya kendi kendini tanımlayan ”gerçekler” karşısındaki yeni ve kendi gerçeklerimizi çökertecek delilleri zihnimiz görmezden gelebilir [7].
Mantıksız bir inancı çürütme girişimleri tam tersine onu güçlendirebilir. İnançlı kişi kendi azmini, kahramanlık ve girişime karşı koymak olarak görebilir [7].
İnançta ısrarcılık bilim alanı ile sınırlı değil iken yeni tehditkâr kanıtlar ezici bilimsel veriler biçimine geçtiğinde, özellikle çatışmayı sınırda tutmak için iyi çalışan bazı yaklaşımları ortaya çıkarır.
İnkârcılık
Otizm bağlantısı yüzünden aşı yaptırmayı reddeden, konuyla ilgili kamuya açıklama yapan ve hatta programını izlediği için arkadaşlarını eleştiren bir ebeveyn, aslında konu ile ilgili hiçbir bağlantısı bulunmadığını gösteren ezici kanıtlar ile karşı karşıya kalınca ”kanıtların” ilaç endüstrisinin yüksek kazançlarını sürdürmek için çok kapsamlı bir tıbbi, idari ve kurumsal komplonun ürünü olduğuna kanaat getirir.
Bir komplo teorisi oluşturmak, ortadaki kanıtları reddetmek için bulunabilecek en kolay yollardan biridir. Komplo teorileri doğası gereği reddedilemezdir. Hepsi gizlice meydana gelir ve herhangi bir kişi bu işin içinde olabilir. Veriler sahtedir, fotoğrafların üzerinde oynanmıştır. Şirketlerce maddi olarak desteklenen medya ise herhangi bir açıklama yapacaktır.
Elbette tehdit altındaki bir inancı doğrulamanın tek yolu da bu değildir; inkârcılık olarak adlandırılan teknikler topluluğu bir çeşit hile kutusu gibidir.
Festinger’in kült olayında da teknik, ”delillerin yeniden yorumlanması” idi. Bu, yeni gerçeklerin asıl inancı destekleyecek şekilde çözümlenmesini içerir.
21 Aralık’tan önce kült üyeleri, imanlarının doğruluğunu sel ile ispatlayacaktı; 21 Aralık’tan sonra, selin yokluğu inançlarının doğruluğunu kanıtladı.
Benzer şekilde, Andrew Wakefield’ın aşı ile otizmi birbirine bağlayan kararlı çalışması 1998’de yayımlandığında prestijli British Medical Journal‘daki varlığı, bu düşüncenin meşruiyetinin kanıtıydı.
2011’de bu çalışmanın aynı dergi tarafından geri çekilmesi de meşruiyetinin açıkça kanıtıydı. Açıkça, ilaç endüstrisi araştırmanın gerçekliğinden dolayı ağırlığını ortaya koymaya başlamak için yeterince korkmuştu [3]. (Komplo teorisi, diğer birçok inkâr tekniği ile birlikte kullanılabilir.)
Bir kişi bilimin karşılayamayacağı ”kanıt” standartları yaratabilir, örneğin ”Dünya’nın daha önce hiç sıcaklık artışı yaşamamış olduğunun kanıtını gördüğümde, iklim değişikliğinin insan eylemlerinin bir sonucu olduğuna inanacağım.” gibi.
Bir kişi mantıksız inanışı; sahte bilim, yanlış yorumlama, yanlış beyanda bulunma veya mantıksal yanıltma yolları ile savunan “uzman”lara başvurabilir. ”Sigara içmek gerçekten akciğer kanserine neden olsaydı sigara içen herkes akciğer kanseri olurdu.” dendiğindeki gibi…
Kendi başına oldukça etkili olan (tüm) bu inançta ısrar teknikleri internetin gelişi ile muazzam bir artış göstermiştir. Akılcı olmayan bir bakış açısı yakalamak isteyenlerin; diğer inançlıları, bunların tüm topluluklarını ve bunların hepsini uygun bir jargon ile destekleyen ”uzmanlar”ı bulmak için sadece basit bir arama yapmaları gerekir.
Sonuçta bu pek de bilim ile ilgili değildir; bu, öğrenmemenin stresinden, pişmanlık ihtimalinden veya yanlış olmaktan (haksız olmaktan) ötürü doğan utançtan kaçınmak ile ilgilidir. Bilişsel uyum adına böylece, aksi takdirde mantıklı olan kişiler; aşıların otizme neden olabileceğine, insan eylemlerinin iklim değişikliğiyle hiçbir ilgisi olmadığına, sigara içmenin kansere neden olmadığına ve çocuklarının başarısız olduğu testin açıkça hatalı olduğuna inanıyor.