Otizmli mi Otistik mi?
Yazan: Yavuz Aydın
Düzenleyen: Ezgi Ordu & Ümit Sözbilir
Özet: Otizm, sosyal becerileri ve iletişim becerilerini etkileyen nörogelişimsel bir engeldir ve ömür boyu devam eder. Otizm kelimesi ilk defa 20. yy.ın başında türetilmiştir ve “içe yönelik olan1” anlamına gelmektedir. İlk ortaya çıktığından beri bu kavram pek çok farklı şekilde ve anlamda kullanılmış olup günümüzde tıbbi bir tanı ve bir nöroçeşitlilik olarak kabul edilmektedir. Bu tanının tam adının günümüzdeki yaygın kullanımı Otizm Spektrum Bozukluğu’dur. Geçmişten günümüze otizm ve (diğer) farklı engellere sahip kişilere bakış açısı değişmiştir. 20. yy.ın başlarında engellilik tartışmalarında daha çok öjeni gündemdeyken İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve devamında ortaya çıkan hak savunuculuğu hareketleri gibi gelişmeler sonucunda günümüzde hak temelli eğitim ve hizmet ilkeleri yaygınlaşmaya başlamıştır. Bunun sonucu olarak farklılıklar eskisinden çok daha fazla kabul görür hale gelmiştir. Bu sürecin 1960’lardaki hak arayışlarının bir yankısı olarak gerçekleştiğini savunmak mümkündür. Dünyanın pek çok yerinde kurulan vakıf ve federasyonlar ile hak savunucusu otistiklerin çabaları sayesinde, otistikler ve aileleri çeşitli haklar elde etmiş ve daha bağımsız yaşayabilir hale gelmiştir.
Dünyanın genelinde yetişkin otistik öz savunucular, kendilerine otizmli denilmesi gerektiğini savunan, ebeveyn ağırlıklı grupların karşısında pozisyon olarak, otistik denilmesi gerektiğini savunup kendi savlarını sunmaya başlamışlardır. Bu beyanların sonucunda bizler engelliler hakkındaki kalıp yargıları tekrar irdelemeli, daha insancıl ve iyi olan ne ise onu yapmaya yönelmeliyiz. Çünkü herkes birbirinden farklı olabilir ve bu gayet normaldir.
*Yazar, kendi seçimi olarak metin boyunca durumun adından “otizm” ve bu durumda olanlardan “otistik” olarak bahsedecektir.
Otizm
Otizm, günümüzde pek çok yerde karşımıza çıkan bir kavramdır. Pek çoğumuzun otizm hakkında sahip olduğu bilgiler bir filmden, diziden ya da arkadaşından duyduğu/öğrendiği şeylerdir. Pek çoğumuz Rainman2’i izledi ya da Temple Grandin3 ve yaptıklarından haberdar. Otizm, sinema ve edebiyat dünyasında pek çok esere konu olmuş ve olmaya devam eden bir konu. Öyle ki ülkemiz sinema ve dizi sektörü de bu konuya artık yakından ilgi gösterir hale gelmiş gibi duruyor. TV’lerde sürekli başkahramanı otistik olan dizilere denk gelmeye başladık. İşte bu tür film, dizi ve kitaplar ile diğer söylentiler insanların kafasında bir otizm ve otistik kişi tarifi oluşturuyor. Peki, bu bilgilere ne kadar güvenebiliriz?
Otizm, Türkiye’de yasal olarak Çocuk ve Ergen Psikiyatristlerinin Tanı Ölçütleri Başvuru El Kitabı’nın (DSM 5)[1] belirttiği özelliklere sahip kişilere verdiği bir tıbbi tanının adıdır ve bir nöroçeşitliliktir4. Otizm tanısı daha çok kişinin davranışlarına bakılarak ve kabul gören sosyal iletişim ileti ve işaretlerini algılamada, çözümlemede, beklendiği şekilde yanıtlamada güçlükler yaşamasından dolayı verilmektedir. Bunun yanı sıra otistikler rutinlere daha fazla bağlılık ve tekrarlı hareketlere yatkınlık gibi çeşitli özelliklere sahip olabilir. Fakat kalıp hâline gelmiş ve herkes için geçerli olduğu varsayılan iletişim becerilerine sahip olmamak ya da bunları başkaları kadar etkin kullanamamak, hiçbir şekilde iletişim kuramamak demek değildir. İletişim, bir mesajı herhangi bir yol ile alıcıya ulaştırma sürecidir ve amaca yönelik olduğu müddetçe mesajın hangi yol ile iletildiği yalnızca sosyal alışkanlıklar ile ilgilidir. Örneğin sözel iletişim kuran kimseler de günlük hayatlarının büyük kısmında sözsüz iletişim yöntemleri olan jest ve mimiklerden faydalanırlar. Elbette bunları yardımcı ya da destekleyici yöntemler olarak kullanmaktadırlar fakat jestleri başat iletişim yöntemi olarak kullanan veya beklenen şekillerde kullanmayı beceremeyen bir kimsenin iletişim süreci diğerinden daha az değerli değildir. Amaç mesajı iletmek ve almak ise aracın sözcükler mi, semboller mi, hareketler mi olduğu önemsiz olmalıdır.
Otistikler, otizm tanısı alınca otistik olmazlar. Otizm hayatın bir döneminde “yakalanılan” bir şey değildir. Yakalanılan bir şey olmadığı için “otizmden kurtulmak” da mümkün değildir. Yetişkinliğe giden yolda otizm tanısının raporlardan kaldırılması otizmin son bulduğu anlamına gelmez. Otizm kişinin benliğinin bir parçasıdır ve kişiden ayrı düşünülemez. Otistik çocuklar, nörotipik5 gelişim sürecinden farklılık gösterdiği gözlemlenmeye başlanan 2-3 yaşından itibaren tanı alabilirler. Bazı durumlarda bireyin otistik olduğu 1 yaşına gelmeden de fark edilebilir. Elimizdeki bilgiler ışığında daha geç fark edilmesi otizmin doğumdan sonra ortaya çıkan bir durummuş gibi algılanmasına neden olsa da otizm genetik temelli olduğu düşünülen bir durumdur. Her zaman davranışlara bakılarak tespit edilememesi otizmin gelişimin ilerleyen bir evresinde bir anda ortaya çıktığı anlamına gelmez.
Tarih Boyunca Otizm Tanısının Değişimi
Otizm günümüzde dahi tam olarak anlaşılmış değildir. Otizmin ortaya çıkmasını etkileyen etmenlerin neler olduğu hâlen kesin olarak bilinmemektedir. Bu da otizmin ortaya çıkma gerekçelerine dair anne karnında veya doğum sonrasında maruz kalınan dış etkenlere dair pek çok saptırıcı tartışma ve araştırmayı beraberinde getirmiştir. Kesin olarak bildiğimiz şey: otistik kişilerin nörotiplerinin6 farklı olmasıdır.[2] Yani otistiklerin beyinleri “normal” varsayılan beyinlerden farklıdır. Bu sebepten dolayı tarihin farklı dönemlerinde de “otizm” ismi henüz kullanımda değilken otistik özellikleri olan kişiler tasvir edilmiş; bu kişilere nasıl yaklaşılması gerektiğine dair yöntemler üretilmiş ve günümüzde otistik olduğu tahmin edilen kişi ve tiplemeler çeşitli edebi eserlerde yer almıştır.
20. yy.ın başlarında Eugen Bleuler[3] şizofreni hakkında çalışmalar yaparken şizofreninin bir türünü anlatmak için “autismus7” terimini ilk defa Latinceden türetmiştir. Bu tanımın ayırt edici özelliği kişilerin kendi dışındaki şeylere ya da olaylara ilgisiz gibi görünmesidir. İlerleyen yıllarda durumun adı birkaç kez daha değişmiş ve otizm kavramı, erken çocuklukta ortaya çıkan bir tür şizofreni olarak anılmaya başlamıştır. Bunun sebebi de (daha sonra yanlış olduğu ortaya konmuştur) “Buzdolabı Anne Teorisi” [4] ile açıklanmaya çalışılmıştır. Teori, çocukların bu tür kendine dönük davranışlarının sebebini ilgisiz anneler olarak göstermiştir. Daha sonra anne-çocuk etkileşiminin iletişim becerilerinin gelişmesinde önemli rolü olduğunu gösteren araştırmalar yapılsa da annenin ilgisizliği otizmin sebepleri arasında yer almamaktadır.
20. yy.ın sonlarına doğru tanı ölçütlerinin kapsamı genişletilmiştir. [5] Bu süreçte otizm beş Yaygın Gelişimsel Bozukluk’tan biri olarak tanımlanmıştır. Bu beş tanı şunlardır: Rett Sendromu, Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu, Asperger, Otizm Spektrum Bozukluğu ve Başka Türlü Adlandırılamayan Yaygın Gelişimsel Bozukluk (YGB-BTA ya da Atipik Otizm). Asperger ve Atipik Otizm otizmin çeşidi olmaktan çok işlev etiketleridir. Bu sebepten bu tanılar günümüzde oldukça tartışmalı olup, Asperger tanısı kullanımından DSM-5 kapsamında 2013 yılında vazgeçilmiştir.[6]
Burada iki nokta dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki: “Otizm Spektrumu” kavramıdır. Otizm tanısının kriterlerine uyan kimseler arasında pek çok bireysel farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar yalnızca fiziksel farklılıklar olmayıp iletişim türü ve becerisindeki, dil kullanımındaki, ilgi ve becerilerdeki farklılıklardır. Bu tür farkların sık ve çeşitli olması sebebiyle otizm bir spektrum8 içinde tanımlanmıştır. Diğer nokta ise: “Bozukluk9” kelimesinin kullanımıdır. Otizm tanısı tıbbi kökenlidir ve geçmiş zamanlarda tıbbın insana ve bedenine bakışının farklılığından dolayı kavram, kaynaklara bozukluk olarak girmiştir. Fakat bu kavram, altında olumsuz anlamlar barındırmaktadır. Kişinin bozuk olduğu kabul edildiğinde doğal olarak kişiyi sağlam kılmak için çeşitli tedavi ve ilaçlarla müdahale edilmektedir. Bunlar genellikle kişinin yaşam kalitesini düşürmektedir. Otizm tanısı tıbbi kökenli olsa ve otizmle beraber görülen komorbid (eşlik eden) durumlar için çeşitli tedavi ve ilaçlardan faydalanılıyor olsa da otistiklerin azımsanamayacak bir çoğunluğu hiç ilaç tedavisi görmeden yaşamlarına devam etmektedirler. Yani otizmin kendi ilaç ile tedavi edilemezken ek durumlar için ilaç tedavisi gerekli ise uygulanabilmektedir. Dile bu şekilde eklemlenmesinden sonra “bozukluk” kelimesinin kullanımı yaygınlık kazanıp kalıplaşması anlaşılır sayılabilir. Fakat günümüz dünyasının insan tanımından ve insana olan bakış açısından baktığımızda; bir insanın “bozuk” olması, anlaşılabilir bir şey gibi görünmemektedir. Yakın tarihte yayımlanan kimi kaynaklar da “Otistik Spektrum Durumu” ifadesini kullanmaya başlamıştır.[7] Bizler sahip olduğumuz haklara; iyi iletişim kurduğumuz için, sarışın ya da esmer olduğumuz için, zengin ya da fakir olduğumuz için veya genel geçer insan tiplemesine uyduğumuz için değil yalnızca insan olduğumuz için sahibiz. Bu basit açıklamaya göre otistik bir kişinin temel insan hakları açısından bir başkasından farkı olamaz ya da bu şekilde var olduğu için o kişi bozuk olamaz.
Otizm Hak Hareketleri, Hak Temelli Eğitim ve Hizmetler
1960’lı yıllarda Amerika’daki hak hareketlerinin bir uzantısı olarak bahsedilebilecek şekilde otistik çocuğu olan aileler de eğitim, temel bakım ve diğer bazı sosyal haklarını elde etmek veya genişletmek üzere çeşitli dernekler, vakıflar, merkezler ve ardından federasyonlar kurmuşlardır. Otizmin tanılama, tedavi ya da eğitim süreçlerine aktif katılım göstererek çocuklarının bağımsız bir hayat sürmesi için gerekli diğer hakları elde etmek için mücadeleler vermişlerdir. 1990’larda nöroçeşitlilik kavramının otistik Sosyolog Judy Singer tarafından ortaya konulmasını takip eden süreçte otistikler de öz savunuculuk10 yapmaya başlayarak otizmle ilgili genel kabul gören yaklaşımlara eleştiriler getirmiş, yapılması gereken şeyler için önerilerde bulunmuşlardır.
Bu mücadelelerin dünyada çeşitli yankıları da olmuştur. Bu hareketlerin sonucunda dünyanın çeşitli ülkelerinde benzer amaçlarla yine otistiklerin aileleri tarafından başlatılan dernek, vakıf ve federasyonlar ve farkındalık birlikleri ortaya çıkmıştır. Türkiye de bu ülkelerden biridir. 1980’li yıllar ve sonrasında ülkemizde de hak savunuculuğu yapan pek çok oluşum, otistik çocukların yaşam koşullarını iyileştirmek ve temel haklarının ellerinden alınmasını engellemek amacıyla harekete geçmiştir.
Ülkemizde de otistikler sosyal medya ve diğer iletişim araçları aracılığı ile öz savunuculuk yapmaktadır11. Dünyada ve ülkemizde bulunan bu kurumların ve otistik kişilerin mücadeleleri ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi[8] gibi bazı uluslararası anlaşmaların etkisi sonucunda günümüzde artık ableist12 (sağlamcı) yaklaşımlar tartışmaya açılmaya başlanmış ve hak temelli anlayışlar merkeze konulmaya çalışılmaktadır. Bu anlayışa göre temel hizmetler ya da herhangi bir hak, kişilere bir bedel karşılığında ya da ayrıcalıklı olduklarından değil, bu hak ve hizmetler insan hakkı olduğundan dolayı sağlanmalıdır. Fakat pek çok kurum ve kişi sağlamcı gelenek ve tutumlarını sürdürmeye devam etmektedir. Bu tutumlar devam ettikçe engellilerin eşit vatandaşlar olarak var olmaları zorlaşmakta ve hayat kaliteleri düşmektedir. Bahsedilen hak hareketlerinin çok değil 30-40 sene öncesinde (20.yy.ın ilk yarısı) dünyada engelli bireylere yönelik öjenik13 tutumlar ve uygulamalar oldukça yaygındı. Günümüzde de bu ya da benzeri tutumlar pek çok farklı yerde karşımıza çıkabilmektedir. Otizmi erken fark etmek ve engellemek ya da tamamen ortadan kaldırmak için genetik araştırmalar sürdürülmektedir. [9] [10]Toplumun büyük çoğunluğu engellilere14 “sağlam/engelli olmayan” kimselerden daha az değerli ya da değersiz gözüyle bakmaktadır. (bkz: Ableizm) Bu sebepten dolayı otistiklerin ya da diğer engellilerin ihtiyaçları ve hakları daha az kıymetliymiş gibi bir tutum oluşmaktadır. Bu tutumlar değişmeli ve alistik15 kimseler otistiklerden daha üstün görülmemeli ve onların hakları otistiklerin haklarından üstünmüş gibi düşünülmemelidir. Önleyici Tıp16 başlığı altında yapılan bu tür genetik çalışmalar ve bulgularının etik olup olmadığı tartışmalı durumdadır ve bu tür çalışmaların öjeni niteliğinde olduğu düşünülmektedir.
Spektrum ve Bozukluk
Yukarıda spektrum ve bozukluk kavramlarının ne olduğundan ve ne tür bir anlayışla kullanıldığından bahsedilmişti. Bozukluk kavramının resmî kurumlarca kullanılmaya devam edilmesinin yanı sıra öz savunuculuk yapan otistik bireylerin düşünceleri bu kavramın incitici ve yanlış olduğu yönündedir. Bunun sonucu olarak “Otizm Spektrum Bozukluğu17” yerine “Otizm Spektrumu” ya da yalnızca “Otizm” olarak adlandırılmasını uygun görmektedirler. Bu konu konuşulurken konunun öznesi olan otistiklerin düşüncelerinin göz önüne alınması gerektiği düşünülmektedir. Özellikle de bu düşünceler akla uygun ve iyi temellendirilmiş olduğunda. Peki otistikler kendilerinden ne diye bahsedilmesi gerektiğini düşünmekteler ve neden?
Neden Otizmli, Neden Otistik?
“Kelimeler gerçekten bu kadar önemli mi?” diyor olabilirsiniz. Kelimenin kendisi önemli olmasa da kelimenin taşıdığı anlamlar kesinlikle önem arz etmekte. (Ableizmden bahsedilirken engelli kavramına yüklenmiş olumsuz anlamlar bulunduğu söylenmişti.) Bu durumda da otizm tanısı almış bir kişiye otizmli demek kendiliğinden olumsuz bir etiket yaratmakta ve sanki otizmin yakalanılan, ilk fırsatta kurtulunması şart olan, savaşılması gereken bir şey olduğu gibi anlamlar ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca otizmli derken kişi ile durum birbirinden ayrıdır ve kavramın içinde durumun ortadan kalkması beklentisini içerir. Eğer otizm savaşılması gereken bir durumsa kişinin doğal olarak bu durumla savaşması gerekir. Fakat otizm ömür boyu süren bir nöroçeşitliliktir. Bu durumda kişi ömrünü beraber geçireceği, kişiliğinin bir parçası olan bir durumla sürekli savaş hâlinde mi olmalıdır yoksa onu kabul edip onunla yaşamayı öğrenerek potansiyelini açığa çıkarmaya mı çalışmalıdır? İnsancıl ve sağlıklı görünen, durumla barışıp potansiyelini ortaya çıkaracak uğraşlara girişmek gibi görünmektedir. Elbette otistiklerin günlük yaşamda kimi zorluklar yaşadığından bahsetmemiz mümkündür. Fakat bu, “otizm olmasın” demek anlamına gelemez ve gelmemelidir. Otizm, “otistiklerden ayrılamaz” ve “otizm olmasın” demek, “otistikler de olmasın” demektir. Yani bu tutum otistikler iş yerlerinde, sokakta, parklarda, otobüste, metroda, kafelerde ve sınıflarda olmasın ya da doğmasın; yalnızca eğitim veya tedaviyi alabilecekleri okul, merkez ve hastanelerle birincil bakıcılarının evlerinde yaşasın demek anlamına gelir. Bu, yukarıda açıklamaya çalışılan hak temelli anlayışa ters ve insancıl olmayan bir tutumdur. Bunun yerine kişiler ve kurumlar, enerji ve kaynaklarını yaşadığımız dünyayı otistikler (ve diğer engelliler) için daha yaşanır hâle getirecek düzenlemelere harcasalar; bu konuda farkındalık oluşturmak ve engellilere yönelik tutum değişimi için çabalasalar daha insancıl bir yol izlenmiş olacaktır.
Öz savunucu olan otistiklerden çoğu, bu gibi olumsuz alt anlamlar taşıyan otizmli terimi yerine otistik terimini tercih etmektedirler. Çünkü otistik dendiğinde otizmin kişinin kişiliğinin bir parçası hatta ayrılmaz bir parçası olduğu, herhangi bir eğitim ya da tedavi yöntemi ile kişiyi otistik olmaktan “kurtarmanın” mümkün olmadığı, bu kurtarma çabasına da en baştan gerek olmadığı ve yalnızca kişilerin bağımsız bir yaşam sürmesi için -zaten doğuştan sahip olduğu haklar dâhilinde- ihtiyaç duyduğu eğitim ve diğer hizmetlerin sağlanması gerektiğini savunmaktadırlar. Bu sayede kişi toplumun her bir diğer ferdi gibi haklarına kavuşmuş, potansiyeli dâhilinde çeşitli başarılar elde etmiş ve olabildiğince bağımsız bir hayatı sürdüren biri olacaktır. Hepimizin olmak isteyeceği gibi.
Bu hususta şunu da belirtmek gereklidir: Yukarıda öznelerin fikirlerinin dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştı. Günlük yaşantıda kendini otizmli diye tanıtan otistik bireylerle karşılaşmak da gayet mümkündür. Bu kişiler basitçe kavramlara yüklenen anlamları bilmediğinden, umursamadığından, toplum tarafından kabul edilmiş kavramları kullanmanın daha kolay olduğunu düşündüklerinden ya da tamamen başka sebeplerden dolayı bunu tercih ediyor olabilirler. Bu gibi durumlarda her zamanki gibi kişinin tercihlerine saygı duyulması gerekmektedir.
Otizmin erken tanılanması (anne karnında) ve mümkünse ortadan kaldırılması konusunda yapılan çalışmaların sağlamcı ve etik olup olmadığının tartışmalı olduğundan bahsetmiştik. Yukarıda da bahsedildiği gibi otizm bireyin kişiliğinin bir parçasıdır. Bunu ortadan kaldırmak ya da engellemek demek bireyin nörotipini değiştirmeye çalışmak demek olacaktır. Bu durum, siz gürültüden hoşlanmadığınız için birilerinin müziğin sesini kısmaktansa benliğinizi ve nörotipinizi değiştirerek sizi gürültüye bağışık hâle getirmesine benzetilebilir.
Hiç kimsenin sağlam olma mecburiyeti yoktur. Engelliler insan hakları bakımından eşit haklara sahiptirler ve her vatandaş gibi ihtiyaç duydukları hizmetlere veya kolaylaştırıcı hizmetlere erişebilmelidirler. Konu ile ilgili tartışmalar çok çeşitli tarafları ve savları içermektedir. Örneğin alan yazında “Ağır Engelli” olarak tanımlanmış kişiler ve aileleri nöroçeşitlilik ve çeşitlilik fikirlerine karşı çıkarak tıbbın erken tanı ve müdahalelerini uygulamayı savunmaktadır. Bu yazının konusu dışında kaldığı için bu sav incelenmeyecektir.
Dünyadaki tüm insanlar çeşitli yönlerden birbirlerinden farklıdırlar. Engelli bireyler birbirinden farklılık gösterirken engelli olmayanlar da göstermektedir. Fakat bu tür farklar kişileri bir diğerinden daha az değerli ya da tamamen değersiz yapmazlar. Kişilere değer katan şeyler onların özgür iradeleri ile yaptıkları iyi eylemlerdir. Kavramlar ve tanımlar tarihsel süreç içinde çeşitli anlamlar kazanıp kaybederek değişebilir. Bizler konunun öznesi olan kimseleri de dikkate alarak en insancıl kavramları kullanarak, en insancıl işleri yapmaya çabalamalıyız. Çünkü bizden farklı insanlar tarih boyunca muhtemelen hep vardı, varlar ve var olmaya devam edecekler.
[1] Bkz. TDK
[2] 1988 yapımı, otistik baş kahramanlı sinema filmi.
[3] Amerikalı otistik bilim insanı. Hayvancılıkta geliştirdiği yenilikçi yöntemler ile ünlenmiştir. Hayatını anlatan “Temple Grandin” adlı bir film bulunmaktadır.
[4] 1998 yılında Sosyolog Judy Singer tarafından ortaya atılmış engelliliğin patolojik olmadığını toplumun engellilerin ihtiyaçlarını karşılayamayarak engellilik durumu oluşturduğunu savunan görüştür.
[5] Çoğunluğun normal algılayacağı şekilde işlev gören bir beyin yapısına sahip kimsedir.
[6] İng: Neurotype, beyin tipi.
[7] Eski Yunan dilinde autós: kendi, kelimesinden türetilmiştir. Günümüzde Almanca’da otistik anlamına gelmektedir.
[8] Çeşitlilik. Sonsuz sayıda varyasyona sahip olmak.
[9] Bozuk olma durumu. Gerektiği şekilde işlev görmemedir.
[10] İng: Self-Advocacy. Kendi adına konuşmak. Kendi çıkarlarını dile getirmek. 1960-70’lerde ortaya çıkmış engellilerin kendi haklarını savunmalarını anlatan terim.
[11] Türkiye’de öz savunuculuk yapan örnek bir oluşum: https://merhabaspektrum.com/
[12] İng: Ableism, Sağlamcılık, Engelli Ayrımcılığı. Toplumun genelinin engellilerin sağlam insanlardan daha değersiz olduğu düşüncesinde olduğunu ifade eden kavramdır.
[13] Sir Francis Galton tarafından ortaya atılan sağlam ceninleri olmayanlardan ayırmayı ve sağlamları yetiştirmeyi savunan felsefe/düşünce akımı.
[14] Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal veya sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri çeken kimse.
[15] İng: Allistic. Otistik olmayan kimsedir.
[16] Profilaksi: Hastalığın meydana gelmeden önlenmesi için genetik ve çevresel faktörlerin incelenmesi.
[17] İng. Autism Spectrum Disorder
Konuyla alakalı diğer yazılarımız