Jeotermal Enerji Sandığımız Kadar Çevreci mi?
Yazan: Oğuzhan Çamcı
Düzenleyen: Ümit Sözbilir
Özet: Yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan jeotermalin çıkarılması için yapılan sondajlar ve devam aktiviteleri çevresine yüksek miktarda radon gazı salımına neden olmaktadır. Radon gazı ise sigaradan sonra akciğer kanserine neden olan ikinci en büyük etmendir.
Nüfusun artmasıyla beraber insanlığın enerjiye olan ihtiyacını da arttırmıştır. Bunun yanı sıra gelişmiş ülkelerin teknolojiyi her alanda aktif bir şekilde kullanması kısa zamanda çok fazla enerji üretme gereksinimi doğurmuştur. Fosil yakıtların sınırlı olması başka enerji kaynakları aramanın gerektiğini ortaya koymuştur. Fosil yakıtların doğayı kirletmesi, insan sağlığına zararları gün geçtikçe yeni birisi eklemekte. Yenilenebilir enerji kaynakları ise bunlara alternatif olarak ortaya çıkıyor ki sürdürülebilir olmaları, insan sağlığına zararlarının olmaması insanlık tarafından daha cazip hale gelmelerini sağlıyor. Peki yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan jeotermalin insan sağlığına etkisi ne durumda? Sanıldığı kadar çevreci mi?
Radon gazı radyoaktif bir gaz olmasının yanı sıra kokusuz ve renksizdir. Radon gazının asıl önemi ise sigaradan sonra akciğer kanserine neden olan ikinci etmen olmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün önerdiği radon gazına maruz kalınma limiti ise 100 Bq/m3’tür. Maruz kalınması durumunda akciğer kanseri dışında bronşiyal epitele, lenfositlerin içerdiği DNA’larda hasar oluşmasına, kadınlarda ise göğüs kanserine neden olmaktadır. Radon gazının insan sağlığına etki etmesi için bu gazın taşınması gerekmektedir. Diğer gazlardan görece daha ağır olan bu gaz, jeotermal sularla, sismik dalgalarla, insanların oluşturduğu sismik dalgalarla (patlatma vb.), volkanik aktivitelerle taşınmaktadır. Bahsedilen taşınma yollarından sadece jeotermal su akışlarının diğerlerine göre daha devamlı olduğu görülmektedir.
Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisi öğretim üyelerinden Erkan Aydar ve Caner Diker’in Aydın ilinin Güzelçamlı ve Davutlar beldelerinde toprağın kanserojen içeriği üzerine örnek bir çalışmada bulundular. Bu çalışma toprağın içerisindeki radon gazı oranın ve kaynağının belirlenmesi üzerine olmuştur. Çalışma alanı içerisinden 34 tane toprak örneği alınmış olunup üzerilerinde Radon Eye+ cihazı kullanılarak radon gazı ölçümleri yapılmıştır. Bu ölçümler için araştırmacılar tarafından PVC materyaldan mühürlenmiş kutu yapılmıştır. Mühürlenmiş kutunun hava değerlerinin ortama uyum sağlaması için 10 dakika beklenildikten sonra ölçümler alınmıştır.
Çıkan sonuçlar en düşük, en yüksek ve ortalama değerlerine göre düzenlenmiştir. Çalışma alanı batı-merkez-doğu olarak 3’e bölünmüştür. Radon yoğunlaşma değerleri ise batıda 428 ve 1680 Bq/m3, merkezde 1019 ve 3543 Bq/m3, ve çalışma alanın doğu bölgesinde 293 ve 1124 Bq/m3 arasında bulunmuştur. Daha önce Pamukkale Jeotermal sahasında Kulalı ve Akkurt tarafında 2015’te yapılan çalışmada ise radon yoğunlaşma değeri 3000 ve 75000 Bq/m3 arasında bulunmuştur. [1]
Araştırmacılar radon gazı çıkışlarının tektonik aktiviteler ve jeotermal sondajları ile ilgili olduğunu ortaya çıkartmışlardır. Kış ayları içerisinde çalışma alanındaki kişi sayısı 21.000 civarında iken yaz ayalarında bu sayı 30-40 kat artmaktadır. Radon gazının akciğer kanserinde en büyük ikinci sebep olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konu hakkında önlemlerin alınması zorun hale gelmiştir. Yazarların önerileri ise radon gazı çıkışları daha iyi anlaşılana kadar jeotermal ihalelerinin azaltılması, kalıcı toprak radon ölçümleri ve buna bağlı sağlık incelemelerinin yapılması, yapılan devamlı ölçümlerin sonuçlarına göre yeni politikaların geliştirilmesi, yapılan jeotermal işlemlerine radon gazı çıkışı ile ilgili yeni yönetmeliklerin getirilmesi şeklinde sıralamışlardır.
Gerçekten başarılı bir çalışma olmuş, ellerinize sağlık Oğuzhan Bey.