Türkiye’de Astronomi Gerçeği ve Kendini Bilime Adamış Bir Türk Kadını: Nüzhet Gökdoğan
Yazan: Asya Demirkol
Düzenleyen: Ümit Sözbilir
Özet: Türkiye’de astronomi denilince akla gelen ilk şeylerin “falcılık ve işsiz kalma” kavramları olduğunu söylemek her ne kadar bana acı da veriyor olsa, artık bu durumun değişmesi gerektiğini içtenlikle söylemek zorundayım. 21. yüzyıl dünyasında Türkiye’de ortalama 1000 kişi astronomi okurken bu sayı Amerika’da 300 bini geçmekte. Bize gerekli olan sadece inanç ve biraz da cesaret.
Türkiye’de Astronomi Tarihi
Türkiye’de astronomi adı altında ilk çalışmalar 1933 yılında yabancı bilim insanları tarafından İstanbul Üniversitesinde yapıldı. Ancak bizim astronomiye ilk adımımız 1935 yılında tez çalışmalarıyla başladı.
1933 yılında İstanbul Üniversitesine bağlı Astronomi Enstitüsü kuruldu. Daha sonraysa Okay Kabakçıoğlu’nun özel uğraşları sonucunda Ankara Üniversitesine bağlı Astronomi Enstitüsü açıldı.
Astronomi ve Üniversiteler
Türkiye’de Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümünü barındıran üniversite sayısı da bir hayli üzücü. Bu üniversiteler Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi ve Ege Üniversitesi. Bunlar dışında fizik bölümlerinin altında astrofizik çalışmaları yapan üniversiteler de var. Ancak bu üniversitelere giren öğrencilerin yarısından azı isteyerek giriyor, diğerleri ise sadece yerleşmek ve bir diploma sahibi olmak için. Üniversitelerin puanlarına ve sıralamalarına baktığımızdaysa oldukça düşük rakamlar görüyoruz, bu da bu bölümü insanların gözünde küçük gösteriyor ve kontenjan açığı fazla oluyor.
Hürriyet gazetesine verdiği röportajda, Ege Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Varol Keskin son yıllarda ülke genelinde astronomi gibi temel bilimlerdeki öğrenci sayısındaki düşüşün nedenini şöyle açıklıyor:
“Bölümümüz bilim insanı yetiştirme görevi yapıyor ama ne yazık ki kayıt olanların önceliği iş bulmak. Bu nedenle iş bulma, özellikle de öğretmen olma konusunda piyasada çok tutulan bir bölüm değiliz. Bu nedenle öğrenci de daha garantili iş bulabileceği ve kolay bitireceği diğer bölümleri seçtiği için genel olarak öğrenci sayısında düşüş var. Bunların bir kısmı 1. ya da 2. sınıfta başka bölüme ya da üniversiteye geçip ayrılıyorlar ek olarak. Yani giren öğrenci ile mezun olan öğrenci sayıları epeyce farklı. Yarı yarıya diyebilirim.”
Durumun böyle olmasında suçlanacak çok şey var: eğitim sistemi, cahillik, korku, kalıplaşmış yargılar ve daha nicesi. Ancak kabul edelim ya da etmeyelim, bu bizim eserimiz. Çocuklarımıza, gençlerimize uzay bilimini boş bir kavram olarak öğreten, onları bilim yerine bilgisayar oyunlarına ve televizyona yönlendiren, “Ben astronot olacağım!” diyen küçüklerimize gülüp geçen bizleriz, bunu biz yaptık ve şimdi de geri kalmışlığın tadı ağzımızda buruk bir tat bıraktığında şikâyet edip başkalarını suçluyoruz. Ama zaman suçlama zamanı değil sevgili okurlar; harekete geçme zamanı, Atatürk’ün söylemiş olduğu “çağdaş ülke modeli” hâline gelme zamanı.
Ancak durumun tamamen karanlık olduğunu söylemek de mümkün değil çünkü ülkemizdeki bilimin yeşermesini sağlamak için varını yoğunu öne koyan bilim insanlarımız da var! Onlardan bir tanesinin ise adını daha çok anmamız gerek: Nüzhet Gökdoğan!
Türkiye’de Uzay Biliminin Kurucusu Bir Cumhuriyet Kadını: Nüzhet Gökdoğan
Nüzhet Gökdoğan, 1910 doğumlu bir Türk kadını. Erenköy Kız Lisesinde eğitimini tamamladıktan sonra, 1928’de matematik-fizik lisansı yapmak üzere Atatürk’ün Türkiye’ye sağladığı olanaklarla Fransa’ya gönderildi. Önce Lyon Kız Lisesinde Fransızca öğrendi, daha sonra Erkek Lisesinde Mathematiques Superieures ve Speciales sınıflarını okudu. 1932’de Lyon Üniversitesinde matematik lisansını tamamlayan Nüzhet, 1933-34 ders yılında da Paris Üniversitesinde “Diplome d’Etudes Superieures” sertifikasını aldı ve Paris Rasathanesinde staj gördü.
1933 Üniversite Reformu’yla birlikte, Prof. Dr. E. F. Freundlich ve iki yardımcısıyla İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinde 29 Eylül 1934’te kurulan Astronomi Enstitüsüne İlk Türk doçenti olarak tayin edildi. 1936’da üniversite bahçesine küçük ancak modern bir gözlemevi kurulmasında çalıştı. 1937’de Freundlich’in yönetiminde doktora tezini yazdı. Bu tez İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesinin kayıtlarındaki “bir numaralı” doktora tezidir. 1940’ta doçentlik tezini verdi. Ayrıca 1936-46 arasında İstanbul Teknik Üniversitesinde matematik doçenti olarak ek görev yaptı.
1948’de profesörlüğe yükseltildi ve ardından Fen Fakültesini temsilen üniversite senatörü ve daha sonra 1954’te dekan seçildi. Böylece Türk üniversitelerinin ilk kadın senatörü ve dekanı olmuştur. 1958’de Astronomi Kürsüsü’nü yönetmeye başladı, yirmi iki yıl bölüm başkanlığı görevini yürüttü ve 1980’de ikinci kez dekan ve bölüm başkanlığı görevinin sürdürürken yaş sınırından emekli oldu.
TÜBİTAK Ulusal Gözlemevinin kuruluşunda Prof. Dr. Abdullah Kızılırmak’la birlikte ilk adımları atmıştır. Üniversiteli Kadınlar Derneğinin kurucu üyelerindendir ve çeşitli dönemlerde bu derneğin başkanlığında da bulunmuştur. Türk Soroptimist Derneğinin kurucularından olup uzun yıllar başkanlığını yürütmüştür.
Nüzhet Gökdoğan, astronomi bölümüne toplam 46 yıl hizmet etmiş, 11 doktora tezi danışmanlığı yapmış, 6 ders kitabı çevirmiş, 3 ders kitabı yazmış, 6’sı yurt dışında olmak üzere 13 bilimsel makalesi yayımlamıştır. 1948’de aralarında Cahit Arf, Mustafa İnan, Nazım Terzioğlu’nun da bulunduğu bazı öğretim üyeleriyle birlikte Türk Matematik Derneğini kurmuştur. 1954’te kurulan Türk Astronomi Derneğinin de kurucularındandır. Yirmi yıl kadar bu derneğin başkanlık görevini üstlenmiştir. Uluslararası Astronomi Birliğinin Türkiye temsilcisi ve Güneş Fiziği ile Spektroskopi komisyonlarına üye seçilmiştir.
Günümüzde Nüzhet Gökdoğan’ın ismini ne yazık ki çok az kişi biliyor. Çağdaş Türkiye’nin oluşmasında çok önemli bir rol oynayan bu öncü bilim insanına her Türk genci ve her Türk vatandaşı teşekkür etmeli ve onun izinden gitmeli.
Yazımın sonuna gelirken, hâlâ umut olduğunu söylemek isterim. Eğer ön yargılarımızı yıkarsak televizyon yerine kitapları seçersek çocuklarımızı bilim alanında cesaretlendirir ve onlara uygun ortamı sağlarsak Atatürk’ün izinde çağdaş ülke olma yolunda durmadan ilerler ve engelleri birer dinlenme noktaları hâline getirirsek biz Türk vatandaşlarının yapamayacağı hiçbir şey yok. Sadece tüm kalbimizle inanmalı ve dizlerimize kadar suya girmeye cesaret etmeliyiz. Bilimle kalın!