İklim Değişikliği Nedir?
Yazar: Haşim Çevik
Düzenleyen: Ümit Sözbilir
Özet: Sanayi devrimi ile insan kaynaklı sera gazlarının atmosferdeki miktarı artmasıyla ortaya çıkan iklim değişikliği hayatımızın her alanında etkilerini göstermeye başladı. Sera gazı salımlarının azaltılması ile iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinin önüne geçilebilir.
Giriş
Sanayi devrimiyle beraber kömür kullanımının yaygınlaşmasının ardından iklimlerin değiştiği, çevre ve doğal kaynaklarda tahribatların meydana geldiği ve hava kirliliğinin insan sağlığına kötü etkileri olduğunu öne süren farklı düzeylerde tartışmalar ortaya çıkmaya başlamıştır. Fakat bu tartışmaların önemli bir kısmı 1970’lerin ortalarına kadar genellikle görmezden gelindi ve aşırı bulundu. Çevre ve iklim üzerine yapılan bilimsel araştırmalar arttıkça gezegenimizin küresel bir sorun ile karşı karşıya gelmiş olabileceği daha ciddi şekilde değerlendirilmeye başlandı. Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği Birleşmiş Milletler nezdinde uluslararası konferansların gündemini daha sık meşgul etti. 1972 yılında ilk olarak düzenlenen “Dünya Zirvesi” toplantılarının üçüncüsü 1992 yılında Brezilya’nın Rio kentinde yapılan çevresel bozulmanın ve iklim değişikliğinin önüne geçmek için Rio Bildirgesi’nin imzalanmasıyla sonuçlandı [1]. Devam eden bilimsel çalışmalar sayesinde gezegenin insan eliyle ortaya çıkan daha ciddi bir sorun ile karşı karşıya gelmiş olabileceği kuşkuları oldukça artmıştır. Bu gelişmeler çerçevesinde insan kaynaklı iklim değişikliğinin daha iyi araştırılması ve uluslararası iş birliğinin arttırılması amacıyla 1988 yılında Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC) kuruldu [2].
Bu gelişmeleri takip eden yıllarda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (1994) imzalandı ve sözleşme uyarınca ilk çalışma olan İklim Değişikliği Konferansı (Conference of Parties, COP) 1995 yılında Berlin’de toplandı. Çerçeve sözleşmesi altında 1997 yılında özellikle gelişmiş ülkelere sera gazı salımlarını azaltma konusunda büyük sorumluluklar yükleyen Kyoto Protokolü imzalandı. Uluslararası inisiyatifler zirvesini 193 ülkenin taraf olduğu Paris Anlaşması’nda (2015) buldu. Paris Anlaşması’na imza atan her ülke küresel ortalama sıcaklığı sanayi devriminden önceki seviyelere göre 2 °C’nin altında tutmayı taahhüt etmiştir.
Bütün bu sözleşmeler, toplantılar, verilen sözler ve planlara rağmen iklim değişikliğinin etkilerinin her geçen gün artmaktadır. Bu durum akıllara “İklim değişikliği nedir? İnsan kaynaklı olması ne anlamı geliyor? Gerçekten İklimler değişiyor mu? Nasıl önlenebilir?” gibi soruları getirmektedir. Bu yazıda yukarıda sorulan sorular farklı kaynaklardan yararlanılarak cevaplanmaya çalışılırken iklim değişikliğinin önüne geçilmemesi hâlinde olası gelecek tasarımları da bilimsel veriler ışığında açığa kavuşturulacaktır.
İklim Değişikliği Nedir?
Gezegenimiz üzerinde canlılığın devam edebilmesi için veya en azından tür çeşitliliğinin devam edebilmesi için belirli bir hava sıcaklığına ihtiyaç duyulmaktadır. Hava sıcaklığı dünya tarihi boyunca hem küresel hem de yerel değişimlere uğrasa da aşırı soğuk ya da sıcak olmaması, daha dengede bir sıcaklığın oluşması canlılığın sürdürülmesi için önemli bir olanak sağlamıştır. Bu sıcaklık dengesi Güneşten gelen ışınların atmosfere sonrasında Dünya yüzeyine ulaşması ve yeryüzünden yansıyan ışınların atmosferde bir miktar tutulması sayesinde olur [3]. Atmosferde bulunan su buharı (H2O), karbondioksit (CO2) ve azot (N2) gibi gazlar yeryüzünden yansıyan güneş ışınlarının bir kısmını tutar ve Dünyanın ısınmasını sağlar. Güneşten gelen ışınların Dünyadan yansıdıktan sonra atmosferde tutulması ve bunun sonucunda gezegenin ısınması olayına sera etkisi denir. Sera etkisini oluşturdukları için H2O, CO2, nitröz oksit (N2O), metan (CH4) ve ozon (O3 sera gazları olarak anılmaktadır [4].
Sera etkisi sayesinde gezegenimiz canlılığın sürdürülebilmesi için ideale yakın bir sıcaklıkta kalır [3]. Sera gazlarının doğal veya yapay nedenlerden kaynaklanan atmosferdeki dengesinin bozulması, dünyadaki canlı hayatını tehlikeye atmaktadır. Yeryüzünden yansıyan ışınların atmosferde tutulmaması durumunda dünyada sıcaklığın ortalama −18 ˚C olacağı iddia edilse de [4] asıl sıcaklığın −18 ˚C’in altında kalacağı için bugün bildiğimiz canlı hayatın sürmesi imkânsız olacaktır. Sera gazları böylece bir sıcaklık dengesi oluşturarak gezegendeki yaşamı daha mümkün kılmaktadır.
İklim değişikliği bu dengenin bazı nedenlerle bozulmasından kaynaklanır ve bu bozulma tarihte ilk kez meydana gelen bir durum değildir. Farklı nedenlerden kaynaklanan ve yıllarca devam eden değişikliklerin küresel veya yerel iklim değişikliklerine ve kuraklığa neden olduğu ve tarihte gezegenimizin iklim değişikliği kaynaklı yok oluşlara tanık olduğu tahmin edilmektedir. Bunlardan bir tanesinin dinozorların yok olmasında bir rol oynamış olabileceği, bir diğerinin de sıcaklık değişimi nedeniyle bir buzul çağına yol açtığı düşünülmektedir [3]. Günümüzde yaşanan iklim değişikliğinin de bu tarz bir yok oluşa neden olabileceği düşünülmektedir.
İklim Değişikliği Nedenleri
Günümüzde yaşanan iklim değişikliğinin diğer yok oluşlardan farkı nedir? İnsan diğer yok oluşlarda dünya üzerinde yaşıyor olsaydı belki de bizleri de yok edecek bu küresel krizlerden farklı olarak iklim değişikliğinden nasıl kurtulabiliriz? Bu soruların cevabı hem iklim değişikliğine dair kavrayışımızı hem de alacağımız önlemlerin neler olacağını kararlaştırmak için büyük önem arz etmektedir. İklim değişikliği yukarıda da belirtildiği gibi atmosferdeki sera gazlarının, özellikle CO2 gazının, miktarlarındaki artış nedeniyle Dünyadan yansıyan güneş ışınlarının atmosferde tutulmasıyla küresel sıcaklığın artmasından kaynaklanmaktadır. Bu artışın doğal, öngörülemez ve karşı konulmaz bir artış olup olmadığını anlamak için birtakım verilere göz atmakta fayda vardır.
Yukarıdaki grafik 1951-1980 yılları arasındaki dönemin ortalama sıcaklığını baz alarak 1880’den 2021 yılına kadar olan sıcaklık değişimini göstermektedir. Grafikten de anlaşılacağı üzere özellikle 1980’lerden bu yana sıcaklık oldukça artmıştır. Sanayi devrimi öncesi dönemine göre günümüzde gezegenimiz 1,1 °C ısınmıştır [5]. Bu sıcaklık artışı atmosferde biriken sera gazlarının etkisiyle olmuştur. Atmosferde sera gazlarının artmış olma sebebi ise dünya ekonomilerinin büyümeye ve üretime devam etmesi, makineleşme, sanayileşme atılımları ve bütün bunları gerçekleştiren enerji altyapısının fosil yakıtlara bağımlı olmasıdır. Böylece sanayi atılımları ve ekonomik büyüme hem atmosferdeki sera gazlarının artmasına hem de yanlış doğal kaynak kullanımı nedeniyle başka çevre felaketlerine de neden olmaktadır. Sanayi devriminin ve ekonomik büyümenin en önemli endüstri kollarından biri olan petrokimya ürünlerinin üretilmesi, tüketilmesi ve atık hâline dönüşmesi evrelerinin tamamında sera gazı salımına, çevre ve hava kirliliğine neden olarak bazı ekosistemleri ve biyoçeşitliliği tehdit etmektedir.
CO2 gazının 19. yüzyıldan günümüze kadar atmosferdeki miktarlarındaki değişimi gösteren grafikten de açıkça anlaşılacağı üzere dünya ekonomilerinin fosil yakıtlara bağımlı olarak büyümeye başlaması ve sürekli yukarıya doğru tırmanmaları, nüfus artışıyla beraber gelen enerji ve diğer hizmetlere yönelik talep artışı, şehirleşme ve aşırı kaynak kullanımının sürekli artan bir biçimde devam etmesi ile atmosferdeki CO2 miktarı da sürekli artmıştır. 1958 yılından beri Mauna Lona Gözlemevi tarafından her yıl ortalama CO2 ölçümleri yapılmaktadır. Bu tarihten önceki atmosferik CO2 miktarı çoğunlukla buz çekirdeği ve buz tabakalarından yapılan ölçümlerle elde ediliyor. 1958 yapılan ilk ölçümde 317 ppm1 olarak saptandı. Sanayileşme Öncesi Dönemde (Pre-industrial Period) atmosferdeki CO2 yoğunluğunun 280 ppm olduğu saptanmıştı. Fakat 1958’deki ilk ölçümlerden bu yana CO2 miktarı oldukça yüksek bir hızla artmaya devam etmiştir. İklim değişikliğinin önüne geçilmesi için kritik kabul edilen 350 ppm uzun zaman önce aşılmış olup ve en son 2022 yılının nisan ayında yapılan açıklamaya göre atmosferde CO2 yoğunluğu 420 ppm’e ulaşmıştır [7]. İklim krizi ile ilgilenen herkesi alarma geçiren bu haber, COVID-19 sonrası artan ekonomik canlılık ve seyahatler yüzünden Dünya atmosferinin tekrar zorlu bir döneme girdiğini gösterdi.
İklim Değişikliği İnsan Kaynaklı mı?
Her 6-7 yılda bir, dünyadaki hava olaylarını, deniz ve kara ekosistemlerinde yaşanan değişimleri, atmosferdeki sera gazlarının miktarını ve diğer insan ve doğal kaynaklı bütün etkenlerin incelenip analiz edildiği bir iklim değişikliği raporu yayımlanmaktadır. IPCC Değerlendirme Raporları olarak bilinen ve şimdiye kadar 5 kez yayımlanan raporların sonuncusu oldukça çarpıcıdır. İklim değişikliği gibi bir problemin sebeplerini öğrenmeye çalışırken oldukça büyük bir veri havuzundan istatistiksel testler yapılarak ve niceliksel yöntemeler kullanılarak bir sonuç çıkarılır. IPCC 5. Değerlendirme Raporu’nda iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğunu açıklarken ilk kez “unequivocally” (su götürmez bir şekilde) kelimesi kullanıldı. Yani iklim değişikliğinin nedenini su götürmez, şüphesiz bir şekilde insan kaynaklı (anthropogenic) olduğunu ortaya koymuştur [8].
Niceliksel yöntemlerle yapılan araştırmalarda herhangi bir istatistiksel testin sonucunda ortaya çıkan sonucun kesin olduğunu veya şüphesiz doğru olduğunu ifade etmek doğru bir aktarım olmaz. Genellikle %1 veya %5 gibi yanlış olma payı bırakılarak bulunan sonucun istatistiksel olarak anlamlı olduğu (statistically significant) çıkarımına varılır. Bu yönden incelendiğinde, uzun yıllar boyunca binlerce araştırmacının katkısıyla ve elde edilen verilerin istatistiksel testlere tabi tutulduğu bir bilimsel raporun bu derece kesin bir ifade kullanması insan etkisinin ne denli büyük olduğunu göstermesi açısından da oldukça önemlidir. Nitekim, IPCC raporu yalnızca insan faaliyetlerine odaklanmayıp iklim değişikliğine neden olabilme gücüne sahip yanardağ patlamaları, geviş getiren hayvanların gaz çıkarmaları ve farklı şartlar altında dünyanın hem soğumasına hem de ısınmasına neden olabilen okyanus ve deniz kaynaklı aerosol gibi insan etkisinin olmadığı diğer bütün doğal etkenleri de değerlendirmektedir. Kısaca, insan etkisi olmasa bile, eskiden yaşanmış iklim değişikliği ve yok oluşlara atıfla bugün dünya genelinde yaşanan ve ileride çok daha büyük sorunlara neden olması beklenen iklim değişikliğinin doğal olduğunu, bunu engellemek veya hızlandırmak gibi bir etkimizin olmadığı iddiasının asılsız olduğunu net bir şekilde ortaya koymaktadır.
İhtiyaç ve isteklerimizi tatmin etmek kurduğumuz ekonomik ve teknik altyapının fosil yakıtlara bağımlı olması nedeniyle atmosfere sürekli sera gazı salınmaktadır. Ekonomik ve sosyal hayatımızın devamı için hayati öneme sahip enerji üretimi ve tüketiminin tüm evrelerini içeren enerji ile ilgili ekonomik sektörler atmosfere salınan sera gazlarının %73’ünden sorumludur [9]. Örneğin; evimizde ısınmak, başlıca tüketim ürünlerinin üretilmesi, aydınlatma, yemek pişirme ve ulaşım gibi hayatımızın en temel işlevlerini yerine getirmek için kullanılan enerji altyapısı sanayi devriminden günümüze kadar büyük ölçüde fosil yakıtlara bağımlı olduğu için dünyanın daha çok ısınmasına ve böylece iklimlerin değişmesine neden olmaktadır. Eski çağlardan ve önceki iklim değişikliklerinden farklı olarak burada insan etkisini daha net görebiliyoruz. Zira son 200-250 yılda kurduğumuz sosyoekonomik altyapı önceki çağlarda kullandığımız ve doğada zaten var olan karbonun yakılmasına dayanan biyokütle enerji kaynaklarının aksine atmosfere doğal olarak taşıyabileceğinden ve nötrleştirebileceğinden çok daha fazla sera gazı salmış oluyoruz. Bu sera gazları güneş ışığını atmosferde normalden daha fazla tutarak gezegenin ısınmasına neden olmaktadır.
İklim Değişikliğine Müdahale Edilmediği Takdirde Olası Senaryolar ve İklim Değişikliğini Önleyici Tedbirler Nelerdir?
İklim değişikliğinin temel nedeni olan küresel ortalama sıcaklığın artması çevreyi, gezegenimizi ve insanlarla beraber diğer türleri ciddi tehlikelerle karşı karşıya getiren etkilere sahiptir. Bu etkiler başlıca; okyanus ve deniz sularının yükselmesi, donmuş toprağın eriyerek atmosfere CH4 salması, aşırı hava olayları, bitkilerin yaşam döngülerinde bozulma ve kutuplardaki buz kütlelerinin hızla erimesidir. Bu etkiler tekil olarak kayda değer riskler ve tehditler barındırmaktadır. Örneğin deniz seviyesindeki artış nehir ağzı ekosistemlerini tehdit etmekte [10], ada devletlerine ve diğer kıyı şeritlerinde yaşayan türlere hayati problemler çıkarmaktadır [11].
Şimdiye kadar bir kısmı zaten ortaya çıkmış bu sorunların daha da artmasının engellenmesi ya da tamamen geri döndürülmesi, geçmişte neler yapıldığı, şu an alınan önlemler ve gelecek planlarının nasıl işleyeceğine bağlıdır. Geçmişte atmosfere kontrolsüzce salınan sera gazlarının ve çevreye verilen diğer zararların geri döndürülmesi neredeyse imkânsız ya da en azından bildiğimiz dünyanın çok hızlı bir değişimden geçerek ve büyük bir fedakârlık göstererek şimdiki yaşamdan vazgeçmesinin gerektirebilir. Fakat iklim değişikliği etkilerinin azaltılması, Paris Anlaşması’nda hedeflenen sıcaklığın 2 °C veya IPCC’nin önerdiği 1,5 °C’de tutabilmek için kısıtlı da olsa hâlâ zaman vardır. Uzun yıllardır uluslararası toplantılarda bir araya gelen hükûmetlerin iklim değişikliği ile küresel mücadeleye destek olarak daha agresif ulusal politikalar ve uluslararası iş birlikleri sayesinde daha büyük bir felaketin önlenmesi mümkündür.
Yukarıdaki grafikte görüleceği üzere, herhangi bir iklim değişikliği politikasının uygulanmaması hâlinde 2100 yılında küresel ortalama sıcaklığın 4,1-4,8 °C kadar artması oldukça olasıdır. Bu durumda aşırı sıcaklık yüzünden can kayıplarının yanı sıra, hızlı çölleşme, kuraklık, gıda krizleri ve tür çeşitliliğinin yok olması gibi etkilerin çok hızlı gözlemlenebilmesi mümkündür. Fakat hükûmetler bugünkü politikalarını değiştirmeden devam ettirirlerse ortalama sıcaklık 2,5-2,9 °C kadar yükselmeye devam eder ve önceki senaryodan farklı olarak biraz daha az şiddetli sorunlar yaşasak da birbirine benzer durumlarla karşılaşmamız olasıdır. Şimdiye kadar ülkeler tarafından ortaya konulan sıfır karbon hedeflerine ulaşılması hâlinde bile 2,1 °C’lik bir ısınma olması hayli yüksek bir ihtimaldir. Paris Anlaşması’nda ortaya konulan 2 °C’nin altına ya da IPPC’nin önerdiği 1,5 °C hedefini tutturmak için ise çok daha agresif iklim politikalarının bütün ülkeler tarafından uygulanması gerekecek [12].
Fakat sıcaklığı 1,5 °C’de tutmamız her şeyin çok iyi olduğu, iklim krizinden etkilenilmeyeceği anlamına gelmiyor. Sıcaklığı 1,5 °C’de tutmamız hâlinde bile böcek türlerinin %6’sı, bitkilerin %8’i, omurgalı canlıların %4’ü yaşam alanlarının yarısından fazlası kaybedecektir. Eğer sıcaklık artışı 2 °C’ye ulaşırsa yaşam alanlarının yarısını kaybedecek olanların sayısı, böcekler için %100, bitkiler için %200, omurgalılar için %100 artmaktadır [13].
İklim değişikliğinin ana nedeninin atmosferde artan sera gazları miktarı olduğu belirtilmişti. Böylece, problemin kaynağının ve sebeplerinin ne olduğunu anladıktan sonra iklim değişikliği ile etkili bir mücadele verilebilir. Sorunun çözülmesi için dünya çapında sera gazlarının öncelikle atmosfere daha az salınması ve atmosferden fazla olan oranın geri alınması gerekmektedir. İlk çözüm, sorunu kaynağında kurutmak mantığına dayandığı için daha etkili olsa da yukarıda istatistiklerini de vermiş olduğumuz gibi hayatımızın hemen hemen her anına etki edeceğinden oldukça zahmetlidir. İkinci yol ise sınırları dar olduğu için 1,5 °C hedefini tutturmak için yeterli olmayabilir. İkisinin birlikte doğru politikalarla kullanılması hâlinde tam bir sıfır karbon hedefi tutturulabilir. Sera gazlarının azaltılabilmesi için kendi içinde karmaşık ve sayısız farklı yönü olan üç temel yol vardır:
1) Enerji Dönüşümü, yani fosil yakıtlardan sıfır veya düşük karbonlu enerji kaynaklarını geçiş,
2) Enerji Verimliliği,
3) Ormanlaştırma.
Enerji sektörü yukarıda belirtildiği gibi sera gazlarının yaklaşık %73’ünü oluşturmaktadır. Bu yüzden iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için alınacak önlemlerin başında enerji sistemlerinin ve enerji sektörünün büyük bir değişim yaşaması gerektiğidir. Fakat teknolojik altyapı, ekonomik sınırlar, insan davranışları ve alışkanlıklar böyle büyük bir sistemik değişimin kısa sürede olamayacağını bizi gösteriyor. Örneğin dünyadaki araçların hâlâ çok büyük bir kısmı petrol ürünleriyle çalışmakta, elektrik ile çalışan araçları ise elektriği de tam olarak henüz sıfır karbonlu kaynaklardan üretilmemektedir. Üstelik tüm araçların elektrikli olması, herkese yetecek elektriğin üretilmesi ve uzun süreli elektrik kesintilerine neden olmayacak kuvvetli bir altyapının kurulması da hem teknolojik hem de ekonomik yönden uzun yıllar alabilir. Ayrıca enerji kullanımına ilişkin alışkanlıklarımızı ve enerji taşıyıcılarımızı daha etkili ve verimli kullanmamız gerekir. Daha verimli elektronik eşyaların kullanımının teşvik edilmesi ve daha hesaplı olması için de hükûmetlere ve elektronik sanayisine büyük sorumluluklar düşüyor.
Son olarak orman sayısının arttırılması ve var olan ormanlık alanların tahribinin önlenmesi, atmosferdeki -sınırlı da olsa- karbon miktarının azaltılmasına yardımcı olabilir. Aynı zamanda hem biyoçeşitlilik hem de yabani türlerin korunmasına yardımcı olan ormanların yalnızca bir sera gazı azaltıcısı değil aynı zamanda küresel ısınmanın çevre üzerindeki diğer etkilerinden korunmak için oldukça önemli bir rolü olduğu da gözden kaçırılmaması gerekir.
1 (İng.) parts per million. Türkçede milyonda bir birim, bir karışımda toplam madde miktarının milyonda bir birimini açıklamak için kullanılır. İklim değişikliği ve meteoroloji çalışmalarında CO2 ve diğer sera gazlarının atmosferdeki yoğunluklarını açıklamak ve ölçmek için kullanılmaktadır. Örneğin, atmosferdeki CO2 yoğunluğunun 280 ppm olması, her bir milyon hava parçacığında 280 tane CO2, geri kalanların ise başka gaz moleküllerinin olduğu anlamına gelir.