Özgün İçerikSosyal Bilimler

Serbest Ticaret Bir Hayal mi yoksa Gerçeklik mi?

Yazar: Sudenur Koyuncu

Düzenleyen: Ümit Sözbilir

Özet: İnsanlık tarihindeki belki de en temel faaliyetlerden biri olan ticaretin son yüzyıllardaki uluslararası boyutu devletler ve halklar üzerinde çok kritik. Ticaretin bir devletin ekonomisinin büyümesinde en etkili unsur olması yaygın olarak kabul edilse de ticaretin nasıl ve hangi koşullarda yapılacağı soruları farklı bakış açılarına göre değişiyor ve şekilleniyor. Bu bakış açıları gerçekte faydaları ve zararları ile birlikte geliyor. Bu yazı serbest ticaret kavramını ve kavramın bu zamandaki gerçekliğiyle beraber, farklı bakış açılarını da tartışıyor. Ayrıca “serbest ticaret” aslında yanlış bir isimlendirme. Burada asıl olan oldukça düzenlenmiş bir yapı çerçevesinde gerçekleşen ticaret. Dolayısıyla adil ticaret de diyebiliriz. Uluslararası ticaretin etkisinin çok boyutlu olduğunu düşünürsek serbestliğinden bahsetmenin de bugün için aslında çok kolay olmadığını görebiliriz.

1. Giriş

Bugün insanlık kalıcı olarak sadece dünya gezegeni üzerinde yaşıyor ve bugünün imkânları dünya üzerinde her yere ulaşabiliyor. Elinizi dünya üzerinde herhangi bir yere koyun ve o yere en uzak mesafeyi bulun: Oraya ulaşabilirsiniz. Peki bu kadar kolay mı? Jeolojik olarak evet, oldukça kolay ama aslında hiç de öyle kolay değil. İnsanlar tarafından dünya üzerinde oluşturulmuş politik düzen her şeyin karışmaya başladığı ilk nokta. Peki böyle bir düzende devletler nasıl ihracat-ithalat yapabilir? Ya da bundan önce, bir devlet neden ticari faaliyette bulunmak ister? Mikro düzeyde düşünürsek, bir insan hayatı boyunca gerek duyduğu her şeyi kendi başına karşılayamaz. Bunu yapmaya zamanı, enerjisi ve becerisi yetmez. Makro düzeyde ise karşımıza devletler çıkıyor ve insan düzeyi ile benzer bir tablo önümüze çıkıyor. Bir devlet ihtiyaç duyduğu her şeyi kendi imkânları ve kaynakları ile karşılayamayabilir hatta çoğunlukla da karşılayamaz. Fakat ticaret insanlar ve devletler için sadece ihtiyaçtan mı doğuyor? İnsan düzeyinde güç ve refah kavramı psikolojinin konusudur. Bu yazıda ise uluslararası ticaretin devletlere getirdiği güç ve refahtan ve uluslararası ticarete olan farklı bakış açılarından kısaca bahsedeceğiz.

2. Refahın En Büyük Bileşeni: Ticaret

Uluslararası politik ekonomiye bakış açınız ne olursa olsun ticaretin bir devletin ekonomisinin büyümesinde en büyük rolü oynadığı bir gerçektir1. Son yarım yüzyıla ait ülke düzeyindeki verilere bakarsak, ekonomik büyüme ile ticaret arasında da bir ilişki olduğunu görürüz: Gayrisafi yurt içi hasıla büyüme oranları daha yüksek olan ülkeler, ticarette de daha yüksek büyüme oranlarına sahip olma eğilimindedir. [1] Aşağıdaki tabloda da görüldüğü gibi, özellikle 90’lar sonrasında ithalat ve ihracatın gayrisafi yurt içi hasıladaki payı açıkça artış yönündedir. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler için ihracata dayalı endüstriler gelirin ve istihdamın en büyük kaynağıdır ve bu da ticaret meselesini uluslararası politik ekonomide siyasi olarak en tartışmalı konulardan biri yapmaktadır. [2]

Dünya Bankası verilerine göre 1970-2020 yılları arasında Dünya, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Avrupa Birliği, Latin Amerika & Karayipler için ticaretin (ihracat ve ithalat) gayrisafi yurt içi hasıladaki oranı grafikte gösterilmiştir. ABD’nin grafiğinin düşük seviyede olması yerel ekonomisinin dünyanın en büyüğü olmasından kaynaklıdır. Çin’in 90’lardan 2008’e kadar fırlayan grafiğinin düşmesi ise daha az ticaret yapmaya başlamasından değil yerel ekonomisinin payının hasıladaki payının gittikçe artmasındandır. [3]

2.1 Serbest Ticaret

Bu yazıda asıl amaç serbest ticaretin gerçekliğini tartışmak olduğu için bu kavramın öncelikle ne olduğunu bilmek gerekir. Britannica serbest ticareti “Laissez-faire ile de adlandırılan serbest ticaret bir hükûmetin ithalata karşı ayrımcılık yapmadığı veya tarifeler (ithalata) veya sübvansiyonlar (ihracata) uygulayarak ihracata müdahale etmediği bir politika.” olarak tanımlar. [4] Bu, devletin ithalat ve ihracatın tüm denetimini ve vergilendirmesini elden bırakması demek değildir. Buradaki fikir, Adam Smith’e göre ülkelerin kendilerinin en iyi ürettiği mallara odaklanmaları ve bu alanlarda uzmanlaşmalarıdır. Bu da daha fazla verimliliği ve daha yüksek toplu üretimi sağlar. Serbest ticaretin fikir yapısına daha geniş olarak Liberalizm Bakış Açısı başlığı altında değinilmiştir.

3. Uluslararası Ticarette Farklı Bakış Açıları

Özellikle 16. yüzyıldan başlayıp bugüne kadar tarihin seyrine bakıldığında devletler olay ve koşulların etkisiyle dünyaya farklı uluslararası politik ekonomi gözlükleri ile bakmış veya baktırılmaya zorlanmış dış ticaretlerine birden fazla yaklaşımla yön vermişlerdir.

3.1. Merkantilist Bakış Açısı

16. ve 18. yüzyıllar arasında bugün bildiğimiz gibi uluslararası ticaret kuralları yoktu. Tam aksine, devletler halklarını yerli ürünleri almaları için teşvik eder, ithalata sıcak yaklaşmazlardı. Çıkarlarını en yüksek düzeye çıkarmak için devletler merkantilist, emperyalist ve serbest ticaret karışımı bir siyaset izlerlerdi. [2] Bu, yerel boyutta kendi kendine yetebilmeyi, dışarıya bağımlılığı en az seviyeye indirmeyi amaçlayan; halkın devletten bir beklentisi olan yerel üreticileri desteklemeyi de temele alan oldukça gerçekçi (realist) bir bakış açısıdır. Merkantilistler zenginliğin devletin sahip olduğu değerli madenlerle ölçüldüğüne inanırlar ve dış ticaret fazlalığından (ihracatın ithalattan fazla olması) gelen parayı değerli madenler almak üzere zenginliğin kaynaklarından biri olarak görürler. Kolonilerdeki maden kaynaklarına olan yoğun talep de bu bakış açısı üzerinden açıklanır. Tüm bu amaçlara ulaşmak için ulusal ve uluslararası ekonomiyi düzenlemede devlet veya kraliyet baskın rolü oynar. Bu anlayışla merkantilizm, mantıksal olarak feodalizmin gerilemesinde, güçlü ulus devletlerin yükselişinde ve bir dünya pazar ekonomisinin gelişmesinde var olan değişikliklerden gelişmiştir. [5]

G7 ülkeleri (Kaynak: Molly Long/Food Matters)

Bu devlet yaklaşımında ticaret elbette vardır fakat ticaret sadece devlete çıkar sağlayacak alanlarda yapılan, yerel ürünlerin dış ticaretteki yarışında devlet desteğinin tam teşekküllü olduğu bir yapıdadır.

Böyle bir ticaret anlayışının olduğu uluslararası sistemde karşımıza sadece bir veya birkaç sayıda devletin dünyadaki tüm ihracatta açık ara baskın olması durumu çıkar. Böylece bu ülkeler diğerlerinden açık ara güçlü olur. Bu güç yarışı kaynakların kısıtlı olduğu bu dünyada er ya da geç savaş ile sonuçlanır, birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi. Tabii böyle bir bakış açısının hâkim olduğu bir zamanda yaşayıp farklı bir politik ekonomi düzeninin hayalini kuran ve yazanlar da vardı: Adam Smith ve David Ricardo. Bu noktada değineceğimiz bir sonraki bakış açısı ise özgürlükçü bakış açısı.

3.2. Özgürlükçü Bakış Açısı (Liberalizm)

Bu yaklaşımda uluslararası ticaretin merkantilist yaklaşımdaki devletin tekelinden alınıp serbest olarak yapılması düşüncesi temel alınıyor. Tabii burada işler biraz karışıyor çünkü uluslararası siyasette devletlerin kendi toprakları üzerinde mutlak egemen olmaları durumu ticaretin nasıl serbest yapılmasının mümkün olduğunu sorgulatıyor. Öncelikle şu belirtilmeli ki liberalizm de bile “serbestlik” kavramı “mutlak serbestliği” ifade etmiyor. Bu bir nevi yanlış isimlendirme. Buradaki serbest ticarette de uluslararası ticareti düzenleyen kurallar ve organizasyonlar bulunmakta. Aslında bu düzenleyiciler çerçevesinde ticaret “serbest” olma imkânı buluyor. Bu yaklaşımda bir ticaretin gerçekleşebilmesi için liberal ekonominin öncülerinden Adam Smith’e göre devletin üretimin ve ticaretin her aşamasında etkisinin sıfıra inmesi gerekiyor. Peki neden? Birincisi, kapitalizmde rekabet temel unsurdur ve sistemin düzgün işlemesi sadece rakiplerin adil bir ortamda rekabet etmesine bağlıdır. Devletin üretimdeki herhangi bir desteği ya da ithalattaki herhangi bir kısıtlaması bu adil ortamın oluşmasını engeller. Devlet bu adil ortamı müdahalesi ile değil hukuk kuralları ile yaratmakla yükümlüdür. İkincisi ise ekonomide en çok bilenin piyasanın kendisi olduğudur. Üretime dair tüm detayları, örneğin neyin nasıl ve ne kadar üretileceğini, en iyi devlet değil, piyasa bilir. Liberalizm, uluslararası ticaret bu şekilde yapılırsa dünyadaki tüm devletlere ve halklarına diğer tüm yaklaşımlardan daha fazla refah vaat ettiğini savunuyor. Ayrıca David Ricardo’ya göre devletlerin nispeten en iyi üretebildikleri malların üretiminde uzmanlaşarak ve bu tür uzmanlaşmadan elde edilen kazançları gerçekleştirmek için diğer ülkelerle ticaret yaparak zenginliklerini en üst düzeye çıkarabilirler. [6]

(Kaynak: Chad Crowe/The Wall Street Journal)

Köklerini ve ismini liberalizmden alan ancak klasik liberalizmden nispeten farklı bir düşünce olan neoliberalizme de burada değinmek faydalı olacaktır. 1970’lerdeki ekonomik durgunluk ve artan kamu borcu neoliberalizmin popülerliğini artırdı. Bu dönemde en çok etkili olan isimler ise Avusturya doğumlu İngiliz Ekonomist Friedrich von Hayek ve Amerikalı Ekonomist Milton Friedman’dı. Hayek, zenginliğin yeniden dağılımını amaçlayan müdahaleci önlemlerin kaçınılmaz olarak totalitarizme yol açtığını savunuyordu. Friedman da iş döngüsünü (business cycle) etkilemenin bir yolu olarak hükûmet maliye politikasını (government fiscal policy) reddediyordu. Bu ideolojiler Margaret Thatcher yönetiminde olan İngiltere ve Ronald Reagan yönetiminde olan ABD tarafından oldukça benimsendi ve hayata geçirildi. [7] 1980’lerden sonra meydana gelen küreselleşme (üçüncü dalga küreselleşme) neoliberal model tarafından yönlendirildi. [8] Neoliberalizm ile alakalı yaygın olarak düşünülen şey neoliberalizmin kârı diğer tüm merkezi değerlerin önüne koymasıdır. Sadece sosyal değerler değil, aynı zamanda ülke sınırları da bunlara dâhildir. Yani neoliberalizm; insan ilişkilerinde tanımlayıcı özelliğin rekabet olduğu, herkesin ekonomik refaha ve büyümeye odaklandığı, kendi içinde bir etiktir. Ancak kimileri de neoliberalizmin bu savunduklarının alanının şirket kültürü ile sınırlı olduğunu, sosyal kültüre indirilmediğini söylemektedir. [9]

Açıklama: Neoliberal politikaları benimseyen ilk ülkelerden biri olan Şili’nin Santiago kentindeki borsanın içi (Kaynak: Wikimedia Commons)

Tabii her yaklaşımda olduğu gibi burada da bazı sorunlar var. Rekabetin en temel unsur olduğunu söyledik. Peki ya her devlet rakip olmak için eşit değilse? Kaldı ki büyük çoğunlukla da değiller. Devletlerin eşit üretim kapasitelerinin olmadığı bir sistemde yarış zayıf durumda olanı daha zayıf ve bağımlı yapmaz mı? Hadi diyelim bir şekilde zayıf olan devlet güçlenme sinyalleri vermeye başladı. Eğer siyasi gerçeklikte düşünürsek, güçlü devletler zayıf olanların kendi güçlerine yaklaşmalarını ya da onları geçmelerini olumlu olarak karşılar mı? Çin’in yükselişini düşünebilirsiniz. Liberal sistemin tarihteki en büyük destekçisi ABD, Çin’e karşı da gerçekten liberal yaklaşıyor mu? Peki ya başka bir boyut, kapitalizmde doğal kaynakların aşırı kullanımı, işçilerin sömürülmesi? Liberalizm veya neoliberalizm ile gelen gerçekten yüksek olan refahı her vatandaş yaşıyor mu yoksa tam tersine sosyal sınıf farkları gittikçe derinleşiyor mu? Bu konuda özellikle batı medyasında atılan başlıklar oldukça dikkat çekici. Örneğin, ABD’ye ait The New Yorker dergisinde şöyle bir başlık var: “Neoliberalizmin Yükselişi ve Düşüşü: Serbest piyasa her derde deva olarak lanse ediliyordu; artık bunların nedeni olduğu düşünülüyor.” [10] Yine, İngiltere’ye ait The Guardian gazetesinde de benzer bir başlık var: “Neoliberalizm: Tüm sorunlarımızın kökenindeki ideoloji” [11] Özellikle neoliberalizmin eleştirisi konusunda ise literatürde oldukça fazla başlık var: Eşitsizlik, baltalanan demokrasi, sömürgeci eleştiriler, feminist eleştiriler, özgürlükçü eleştiriler, popülist/milliyetçi eleştiriler, damlama ekonomisi (trickle-down economics)… [9] Yine de son yüzyıldaki küreselleşme karşıtı söylemlere karşı çoğu akademisyen ve siyasetçiler açık bir uluslararası ticaret sisteminin faydalarının zararlarına çok daha baskın olduğunu savunuyor. [12]

3.3. Yapısalcı Bakış Açısı (Structuralism)

Hangi türde bir ticaretten bahsedersek bahsedelim, bu türde bir uluslararası ticaretin kime ne fayda sağlayacağını her zaman aklımızın bir köşesinde sorgulamak gerekir. Mesela şunu sorabiliriz: “Avrupalı devletler neden serbest ticaret kavramını ortaya attılar ve neden bunun en büyük savunucusu onlar?” Bunun aslında Avrupa’nın sömürge tarihi ile birçok bağlantısı var. Öncelikle serbest ticareti başlatma fikri çıkan yerden aslında sanayi dumanları çıkıyordur. Yani size yeteceğinden daha fazlasını üretiyorsunuz demektir. Üretim için kaynağa (hem doğal kaynak hem de insan kaynağı) ve satmak için ise pazara ihtiyacınız var demektir. Öyleyse Avrupa’da gerçekleşen sanayi devrimi aslında sorumuzun cevabı olarak hemen kendini ortaya çıkardı. Peki Avrupa’da ticaret aslında kimin elindeydi? Lenin ve diğer Marksist teorisyenlere göre merkantilist anlamda bir ulusal ticaret anlayışı çoğunlukla toplumdaki baskın sınıflara fayda sağladı. Kapitalizm bu şekilde kolonilere de yayıldı ve burada katı güç kadar bağımlılığa ve sömürüye neden olacak yumuşak gücü ortaya çıkardı. [2] Dolayısıyla bir tarafta üretim malları ihraç eden daha istikrarlı, ekonomik yaptırım gücü olan; diğer tarafta çoğunlukla doğal kaynak ihraç eden ve her büyük ya da küçük ekonomik krizde sarsıntı veya yıkım yaşayan iki blok oluştu.

Karl Marks (Kaynak: Jacod Woolf/Medium)

Bu mantıksal arka plan bilgisinin ardından yapısalcı bakış açısını anlamak kolaylaşır. Bu bakış açısına göre yapısalcılığın en önemli önermeleri, 1940’ların sonunda Merkez-Çevre Modelinde formüle edildiği gibi, “dünya pazar ekonomisi” ve “eşit olmayan mübadeledir”. Yapısalcı modelin özgünlüğü merkezine aldığı “gelişmişlik ve gelişmemişlik, Merkezin ve Çevrenin tek bir dünya ekonomisi yaratmasındaki süreci oluşturur” fikrinden gelir. [13] Burada Merkez diye adlandırdığımız ülkeler endüstrileşmiş kapitalist, yani gelişmiş ülkelerdir (İngiltere, ABD, Kanada vb.). Bu ülkeler dünya pazarını kontrol eden ve bundan en çok fayda elde eden ülkelerdir. Çevre ülkeler ise gelişmekte olan (Çin, Hindistan, Meksika vb.) ve gelişmemiş ülkeler (Gana, Kongo vb.) olarak ikiye ayrılır. Bunlar Merkez ülkelere bağımlılardır. Merkez-Çevre Modeline göre Merkez ve Çevre arasındaki eşitsizlik uluslararası ticaret ile yeniden üretilir. Çevrenin kalkınma problemleri de uluslararası politik ekonomi sistemi bağlamında yer edinir. [13]

Sonuç

Serbest ticaret kavramının aslında mutlak serbest olmadığını anladığımız gibi görüyoruz ki serbest ticaret kavramının uygulamada, hangi perspektiften bakıldığına bağlı olarak değişen aslında birçok türü var. Hangi türde bir uluslararası ticaretin kim tarafından savunulduğu; kime, ne düzeyde “serbest” olacağı ve gerçekte kime, ne vaat ettiği aslında sistemin yapı taşlarını oluşturan unsurlar oldukları için bu soruları sormak bizi yüzeysel bilgiden kurtarır ve gerçeğe daha çok yaklaştırır. Aslında bu sorular dünyada, sadece ticaret özelinde değil neler olup bittiğini daha geniş bir çerçeveden görmemizi sağlar. Çünkü ticaret sadece ticaretten ibaret değildir, aslında oldukça siyasidir. Uluslararası ticaret vadettiği “dünya çapında, büyük çoğunluk için refah” ile aslında bir ideadır fakat günümüzdeki boyutları ile değerlendirildiğinde gerçekliğinden en azından şu anda bahsetmek mümkün değildir.


1 Bu gerçekle birlikte, ticaret yapmanın tek başına ülke ekonomilerini en etkili şekilde büyütemeyeceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir. Bu noktada evrimci teori ekonomik büyümeyi teknolojinin, firma ve endüstri yapılarının, destekleyici ve yönetici kurumların birlikte gelişmesinin sonucu olarak görüyor.

Source
[1] Ortiz-Ospina, E., Beltekian, D., & Roser, M. (2018). Trade and Globalization. Our World in Data. [2] Balaam, D. N., & Dillman, B. (2018). Introduction to international political economy (7th ed.). Routledge.[3] The 50 largest economies in the world. (n.d.). Worlddata.info. [4] Free Trade. (n.d.). Encyclopaedia Britannica. [5] Mercantilism. (2018, May 8). Encyclopedia.com.[6] Rich, B. (n.d.). David Ricardo, 1772-1823. Liberal History. [7] Neoliberalism. (n.d.). Encyclopaedia Britannica.[8] Neoliberal globalisation. (n.d.). Encyclopaedia Britannica.[9] Vallier, K. (2021). Neoliberalism. The Stanford Encyclopedia of Philosophy (Winter 2022). Metaphysics Research Lab, Stanford University.[10] Menand, L. (2023, July 17). The rise and fall of neoliberalism. The New Yorker.[11] Monbiot, G. (2016, April 15). Neoliberalism – the ideology at the root of all our problems. The Guardian. [12] Irwin, D. A. (2015). Free Trade under fire: Fourth edition. Princeton University Press.[13] Jones, R. J. B. (2001). Routledge Encyclopedia of International Political Economy: Entries P-Z.

Sudenur Koyuncu

Uluslararası ilişkiler, sosyal veri bilimi/hesaplamalı sosyal bilimler, metal müzik, anime
Back to top button