2020’de Astronomi Dünyasında Gerçekleşen En Önemli 6 Olay ve Keşif
Yazan: Asya Demirkol
Düzenleyen: Çağla Ayaz
Özet: 2020 yılı tüm dünyayı oldukça zorlayan bir yıl oldu. Kayıplar, depremler, yangınlar ve pandemi derken pek çok olumsuz olay yaşadık. Bu nedenle de tek temennimiz bu yılı hemen atlatıp yeni başlangıçlar yapabilmeyi ummak oldu. Her ne kadar zorlansak da insanlık olarak inatçılığımızı asla bırakmadık ve bu yılda dahi yeni keşifler yapıp gökyüzüne tırmanmaya devam ettik. İnanması zor gelse de 2020 yılında bile olağanüstü bir bilimsel ilerleme kaydetmeyi başardık, özellikle de astronomi alanında. Bu yazımızda da sizlere her ne kadar ayrım yapmak zor olsa da 6 astronomik keşfi ve bunların önemini anlattık. Keyifli okumalar!
1.) En Yüksek Çözünürlüklü Güneş Fotoğrafı Yayımlandı (28 Ocak)
Gezegenimize hayat veren yıldızımız Güneş hiç de gözüktüğü gibi sakin bir yapıya sahip değildir. Güzel bir gün batımında gördüğümüz yüzeyi, aslında oldukça şiddetli aktivitelere ev sahipliği yapar. Güneş patlamaları, Güneş rüzgârları ve benzeri bu aktiviteler Dünya’yı ve Güneş sistemindeki diğer gezegenleri de önemli derecede etkiler. Örneğin Güneş üzerinde meydana gelen düzenli patlamalar, uydulardan hava ulaşımına, hava ulaşımından elektrik şebekesine kadar hemen her şeye etki eden önemli bir miktarda elektromanyetik radyasyon yaymaktadır. Dolayısıyla gök bilimcilerin yegâne amacı Güneş’i daha yakından inceleyip bu aktiviteleri tahmin etmektir. İşte tam da 2020 Ocak ayında gök bilimciler bu amacına ulaştı[1].
Hawaii’deki Haleakala Gözlemevi’nde bulunan, NSF’nin (Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilim Vakfı) 4 metrelik Daniel K. Inouye Güneş Teleskobu (DKIST), eşi benzeri görülmemiş detaylar içeren Güneş görüntüleri yakaladı.
Elde edilen görüntülerde, konveksiyon hareketinin detayları görülmekte. Konvektif harekette, Güneş’in daha derin bölgelerinde ısınan akışkan yıldız maddesi genleşerek üst yüzeye yükselir. Katmanın alt tabanı ile üst yüzeyi arasındaki yüksek sıcaklık farklı nedeniyle yüzeye yaklaştıkça madde soğur. Soğuyan bu madde yeniden daha derin katmanlara doğru iner ve bir dolaşım hareketi meydana getirir. Bu hareketi incelediğimizde tıpkı ocakta kaynayan bulgurun görüntüsüne benzer bir görüntünün ortaya çıktığını fark ederiz. Bu nedenle bu olaya “bulgurlanma” adı verilir.
DKIST’nin yayımladığı görüntülerde de bu bulgur hücrelerini detaylıca görebiliyoruz. Gök bilimciler Güneş’in bu tür kesin ve net görüntülerini elde ederek, bu süreci daha iyi anlamayı ve böylece Güneş aktivitesindeki ani değişiklikleri tahmin edebilmeyi umuyorlar.
2.) Özel Bir Şirket İlk Kez Uzaya İnsan Gönderdi (30 Mayıs)
30 Mayıs 2020’de herkesin nefesini tutup izlediği efsanevi bir fırlatma gerçekleştirildi. Bu fırlatma ile tarihte ilk kez özel bir şirket Dünya yörüngesine iki astronotu taşımış oldu. [2]
NASA astronotları Robert Behnken ve Douglas Hurley’i taşıyan SpaceX Crew Dragon uzay aracı, Kennedy Uzay Merkezinden kalkışa geçti. NASA’nın SpaceX Demo 2’si olarak bilinen bu görev; fırlatma, yörüngede kalma, kenetlenme ve iniş operasyonları da dâhil olmak üzere SpaceX mürettebat ulaşım sisteminin güvenilirliğini denetlemek için yapılan uçtan uca bir test uçuşuydu. Ocak ayında bu test uçuşunun insansız olan sürümü de başarıyla gerçekleştirilmişti.
Peki bu görevi tarihe yazan tam olarak ne oldu? Öncelikle tarihte ilk kez özel bir şirket uzaya astronot göndermeyi başardı. Bu inanılmaz gelişmenin haklı gururunu yaşayan Elon Musk ise şu sözleri söylemişti: “Bu benim ve SpaceX’deki herkes için bir hayalin gerçekleştirilmesiydi. Bu görev, SpaceX ekibi, NASA ve bunu gerçekleştirme sürecindeki diğer bazı ortaklar tarafından yapılan inanılmaz miktarda çalışmanın sonucudur.”
Önemli bir diğer sonuç ise, NASA’nın uzay mekiği programının sona erdiği 2011 yılından bu yana ABD ilk defa astronotlarını kendi topraklarından fırlatmış olmasıydı. Bundan önce astronotların uzay istasyonuna ulaşabilmesinin tek yolu Rusya’daki Soyuz uzay aracıydı. NASA 9 yıl boyunca koltuk başına Rusya’ya tam 90 milyon dolar ödedi. Böylece astronotların uzaya çıkabilmesi için Rusya’ya olan bağımlılık kaldırılmış oldu.
Dolayısıyla SpaceX’in Demo 2 görevi, tarihe adını yazdırıp insanlı uzay uçuşlarında yeni bir dönemi başlatmış oldu.
Bu haberle ilgili sitemizdeki yazıyı okumak için lütfen tıklayın.
3.) Venüs’te Fosfin Bulundu (14 Eylül)
Güneş sistemi içerisinde yaşam bulunma olasılığı olan dünyaları sayın desem kaçınız Venüs der? Mars diyen çıkabilir, Jüpiter’in uydusu Europa diyen olabilir, Satürn’ün uyduları Titan ve Enceladus diyen de olabilir. Ama Venüs oldukça uzak bir ihtimal olarak gözükürdü gözümüze değil mi? Ta ki 14 Eylül 2020’de yapılan bir keşfi duyana kadar.
14 Eylül 2020 sabahı Kraliyet Astronomi Cemiyeti oldukça önemli bir açıklama yaparak Venüs atmosferinde fosfin keşfettiklerini duyurdu. Peki fosfin ne demek ve Venüs’te fosfinin bulunması bize ne anlatıyor?
Fosfin, bir fosfor ve üç hidrojen atomundan oluşan bir molekül. Yani üzerinde fosfin bulunan en basit gaz. Balık veya sarımsak gibi kokan bu renksiz gaz bizler için oldukça zehirli. Çok düşük yoğunlukta solumak bile ölümcül sonuçlara sebep olabilir. Peki fosfin nasıl üretiliyor? Fosfinin bir kısmı laboratuvarda üretilirken büyük bir kısmı da canlıların vücudunda bulunan organik yapılı bileşiklerin oksijensiz ortamda bozunması sırasında fosfatın parçalanmasıyla üretiliyor [3]. Örneğin bataklıklarda yaşayan bazı anoksik canlılar bu gazdan bol miktarda üretebiliyor.
Dolayısıyla Venüs atmosferinde bulunan bu fosfinin kaynağı canlı yaşamı olabilir. Fosfinin üretilmesini sağlayan canlı yaşamı dışında bir şey olamaz mı diye sorabilirsiniz. Evet olabilir. Fosfin gazı şimşek, meteor çarpmaları ve hatta volkanik aktivite gibi yaşamla ilgisi olmayan birkaç işlemden kaynaklanabilir. Ancak bilim insanları Venüs atmosferindeki fosfin miktarının canlı yaşamı hariç bir başka kaynaktan kaynaklanmayacak kadar fazla olduğunu buldu. Yani ya Venüs’te gerçekten de bir yaşam var ya da insanlığın henüz keşfedemediği bir fosfin tepkimesi Venüs’te yaşanıyor.
İlk paragrafta yaşam denince akla gelebilecek en uzak ihtimalin Venüs olduğunu söylemiştik. Biraz da bunun nedenini açıklayıp Güneş sistemimizdeki bu inanılmaz koşullara sahip gezegeni tanıyalım. Venüs Dünya’ya Mars’tan çok daha yakın, bu nedenle de geceleri görülen en parlak cisimler arasında yer alıyor. Güneş’e Merkür’den sonra en yakın gezegen olmasına rağmen Merkür’den çok daha sıcak. Çünkü sera etkisi gezegeni ele geçirmiş durumda, yoğun atmosferinden dolayı içeriye giren güneş ışınları dışarıya çıkamıyor. Gezegenin yüzeyindeki sıcaklık o kadar fazla ki demir dahi katı halde kalamıyor. Basınç ise Dünya’dakinin yaklaşık 90 katı. Asit yağmurları da işin içine girince Venüs’ün canlı yaşamı için neden hiç de uygun bir gezegen olmadığı anlaşılıyor.
Ancak işin ilginç tarafı, Venüs’ün üst katmanlarına çıktıkça yaşama uygun koşullar oluşabiliyor. Gerçekten de atmosferin üst katmanlarındaki kısımlar bizim gezegenimizdekine benzer koşullar içeriyorsa yaşam burada barınabilir.
Bu haberle ilgili sitemizdeki yazıyı okumak için lütfen tıklayın.
4.) OSIRIS-REx Uzay Aracı Bennu Asteroidinden Numune Topladı (21 Ekim)
NASA’nın Kökenler, Tayfsal Yorumlama, Kaynak Belirleme, Güvenlik, Regolit Kâşifi (OSIRIS-REx) uzay aracı 21 Ekim 2020 tarihinde robotik kolunu aktive etti ve NASA gibi birçok kurum için bir ilk olan olayı gerçekleştirdi[4]; -yüzeyden toz ve çakıl örneği toplamak ve 2023 yılında Dünya’ya bu örnekleri getirmek için- kısa bir süreliğine bir asteroide iniş yaptı. İyi korunmuş, oldukça yaşlı olan ve Bennu ismiyle anılan bu asteroid Dünya’dan 321 milyon km uzaklıkta bulunuyor. Bennu, bilim insanlarına erken Güneş sistemine açılan bir pencere sunuyor çünkü bu asteroidin oluşumu milyarlarca yıl öncesine dayanmakta. Aynı zamanda Dünya’da yaşamı başlatan bileşenleri bir zamanlar yüzeyinde taşımış bile olabilir. Eğer Dokun ve Git (Touch-And-Go) (TAG) olarak bilinen örnek toplama görevi yeteri kadar örnek sağladıysa, görev takımları uzay aracına Mart 2021’de Dünya’ya geri dönüş yolculuğuna başlamak için oldukça değerli ilk kargoyu istiflemeye başlaması için komut verecekti, eğer yeterli örnek sağlanamadıysa, Ocak 2021’de bir başka girişimde bulunmak için hazırlık yapacaklardı. Şu ansa yeteri kadar örnek alındığını biliyoruz, bu nedenle uzay aracı şu an gezegenimize topladığı örneklerle dönme yolunda!
“NASA için bu şaşırtıcı ilk, ülkenin dört bir yanından inanılmaz bir ekibin nasıl bir araya geldiğini ve bu ekibin bilginin sınırlarını genişletmek için inanılmaz zorluklara nasıl direndiğini gösteriyor.” diyor NASA yöneticisi Jim Bridenstine. “Sektörümüz, akademik ve uluslararası partnerlerimiz, erken Güneş sisteminin bir parçasını ellerimiz arasında tutmamızı mümkün kıldı.”
Gerçekten de 2020’nin unutulmaz anlarından bir tanesi OSIRIS-REx’in Bennu’nun yüzeyine inip numune toplamasını seyretmek oldu. Uzay aracının en az 60 gram numune toplaması bekleniyordu. Elde edilen görüntüler, uzay aracının Bennu’nun yüzey malzemesinden 60 gramdan fazla topladığını ve bu parçacıkların bazılarının kafadan yavaşça kaçıyor gibi göründüğünü gösterdi.
“Bu inanılmaz bir başarıydı. Bugün hem mühendislik ve bilimi hem de gelecek görevlerimizde Güneş sisteminin hikâye anlatıcıları olan bu gizemli antik nesneleri inceleyecek gözlemlerimizi geliştirmiş olduk.” diyor NASA’nın Bilim Misyonu Müdürlüğünün Washington’daki kurum merkezinde yardımcı yönetici olan Thomas Zurbuchen. “Güneş sistemimizin tüm tarihine tanıklık etmiş bir ilkel kaya parçası, şimdi nesiller boyu bilimsel keşifler için eve gelmeye hazır olabilir ve bundan sonra ne olacağını görmek için sabırsızlanıyoruz.”
Bennu ile ilgili yazımızı okumak için lütfen tıklayınız.
5.) Ay’da Su Bulundu (26 Ekim)
“Ay’da zaten daha önce su bulunmamış mıydı?” diye düşünebilirsiniz, haklısınız da. Tam 11 yıl önce 2009 yılında Ay robotları tarafından, Ay’ın kutuplarında yani hiç güneş ışığı almayan bölgelerinde su buzu olduğu tespit edilmişti. 26 Ekim 2020’de yapılan keşif ise Ay’ın güneş ışığı alan bölgelerinde de su molekülleri olduğunu gösterdi[5]!
Peki bu keşif nasıl yapıldı? Bir Boeing 747 üzerine SOFIA adı verilen (Kızılötesi Astronomi için Stratosferik Gözlemevi) bir teleskop yerleştirildi. Bu uçak yerden yaklaşık 13 bin km yükseklikte uçarken arka kısım açıldı ve teleskop çıkarılıp göğe yönlendirildi. Yani SOFIA aslında atmosferin bozucu etkilerini en aza indirgemek için oldukça yüksekte gözlem yapan ve yaptığı gözlemi de tayfın kızılötesi tarafında inceleyen uçan bir teleskop. İşte bu teleskop Ay yüzeyinde su moleküllerine özel bir dalga boyu keşfetti. Böylece Ay’a olan bakışımız kökten değişmiş oldu.
İlk paragrafta bu su moleküllerinin güneş alan kısımlarda bulunduğunu söylemiştik. Ay’ın atmosferinin yok denecek kadar ince olması da göz önünde bulundurulduğunda bu su moleküllerinin uzaya kaçıp yok olması gerekmez miydi? Ancak NASA’daki bilim insanlarının söylediğine göre Ay’da suyu astronomik anlamda oldukça bol miktarda görüyoruz ve bu durum, suyun bir şekilde Ay’da üretildiğini ve bir şekilde hapsolduğunu gösteriyor.
Peki bu keşfi bu kadar özel yapan ne? Ay’da bu kadar bol miktarda su bulunması gelecekte yapacağımız Ay yolculuklarını çok daha kolay ve olası kılıyor. Aynı zamanda orada kurulacak bir üs için astronotlara inanılmaz bir kaynak sağlıyor. NASA’daki bilim insanı Jacob Bleacher, “Su hem bilimsel amaçlar hem de kâşiflerimiz tarafından kullanılmak üzere değerli bir kaynaktır.” diyor. “Ay’daki kaynakları kullanabilirsek, yeni bilimsel keşiflere olanak sağlamak için daha az su ve daha fazla ekipman taşıyabiliriz.”
6.) Satürn ve Jüpiter Kavuşması (21 Aralık)
1610 yılında unutulmaz gök bilimcilerden biri olan Galileo Galilei teleskobunu göğe çevirdi ve Jüpiter ile 4 uydusunu (Io, Callisto, Europa ve Ganymede) keşfetti. Sadece bununla yetinmeyip aynı yıl Satürn’ün etrafını çepeçevre saran bir disk olduğunu da fark etti, Satürn’ün halkasını keşfetmişti. Tüm bu gözlemler ve buluşlar insanlığın Güneş sistemine bakış açısını kökten değiştirecek ve bizi kozmik adresimizi tanıma yolunda birçok gerçeğe ulaştıracaktı.
13 yıl sonra, yani 1623 yılında Güneş sisteminin iki büyük devi Satürn ile Jüpiter öylesine yakınlaştı ki neredeyse tek bir gezegen gibi gözüktüler[6]. İşte gök bilimcilerin bu olaya verdiği isim “Büyük Kavuşma”.
Tam 800 yıl sonra, 21 Aralık 2020 yılında bu kavuşma tekrar yaşandı. Aslında gezegenler düzenli olarak Güneş sisteminde birbirlerinden geçiyor gibi görünürler. Öyleyse bu yılki kavuşmayı bu kadar özel ve nadir kılan nedir?
Gezegenlerin gökyüzünde birbirine bu kadar yakın geçmesi yaklaşık 400 yıl önce oldu, Satürn ile Jüpiter’in büyük kavuşması ise 800 yıldır gerçekleşmiyordu. Aynı zamanda kavuşmanın gerçekleştiği gece en uzun gecelerden biriydi, yani büyük kavuşma ile kış gün dönümü aynı güne denk geldi!
Gördüğünüz gibi belki de 2020 yılı o kadar da negatif olaylarla dolu değildir. Yapılan bu keşifler evrene ve evrende bulunduğumuz konuma olan bakış açımızı oldukça değiştirdi. Gezegenimizin biricik yıldızını hiç olmadığı kadar ayrıntılı görüntüleyerek olağanüstü gözlemler yaptık, nefesimizi tutarak özel bir şirketin uzaya iki astronot göndermesini ve uzay yolculuğunun kurallarını baştan yazmasını izledik, Güneş sistemimizde hiç tahmin etmediğimiz bir gezegende yaşam olma olasılığının heyecanını yaşadık, 321 milyon uzaklıktaki eski bir gök taşından örnek toplayıp Dünya’ya dönmesi için komut verdik, yanı başımızda bulunan uydumuzun aslında keşfedilmemiş birçok gizemi barındırdığını fark ettik ve 800 yıl sonra iki dev gezegenin gökyüzünde aynı hizaya gelerek görsel bir şölen oluşturmasını izleyip tarihe tanıklık ettik.
Umuyoruz ki diğer yıllar daha da harika keşifler yapacak ve insanlığın gökyüzüne tırmanışını anbean izleyeceğiz. Önemli olan bu güzel günlerin bilimin ışığında ve yalnızca bilimin yolunda gidilirse yaşanacağını bilmek. Sizlere astronomi ve bilim dolu yıllar diliyoruz!